Milet, Ege Denizi’nin yakınında, Menderes Nehri’nin ağzına kısa bir mesafede antik bir Yunan liman kentidir.
Kalıntıları Anadolu’daki eski Yunan kentlerinden turistler tarafından en az ziyaret edilenler arasındadır.
Ören yerlerine meraklı olmakla beraber ben de oradan birçok defa durmadan gelip geçtim. Çünkü Milet’in ne kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Carlo Rovelli adlı İtalyan fizikçinin Gerçeklik Göründüğü Gibi Değildir kitabını okurken öğrendim.
Meğer Milet, Milattan Önce Yedinci ve Altıncı Yüzyıllarda, Atina ve Sparta’nın altın çağlarından önce Yunan’ın en önemli kenti idi. Atina’dan ve Efes’ten önde idi.
Milet’in yüze yakın kolonisi vardı ve önemli bir ticaret merkezi olmuştu. Ama antik Yunan kentleri arasında onu
en parlak yapan bunlar değil felsefenin, yani modern düşünce ve araştırma yönteminin doğduğu yer olmasıdır.
Mezopotamya’dan kervanlar ve Akdeniz’in her yanından gemiler Milet’e uğruyordu ve değişik milletlerden insanlar orasını birçok değişik tarz düşüncenin karıştığı yer yapmıştı. Muhtemelen bunun yarattığı dinamizmin sonucu olarak Milattan Önce 550 yıl civarında Milet’te yeni bir düşünce biçimi gelişti. Dünya ile ilgili soruların soruluş şekli ve bunlara verilen cevaplar değişti.
Dipsiz zamanın bir yerlerinden başlayarak insanlar kendilerine dünyanın nasıl var olduğunu, nelerden meydana geldiğini, düzeninin ne olduğunu, doğal fenomenlerin neden oluştuğunu sorageldiler.
Binlerce yıl boyunca Kuzey Amerika’dan Amazonya’ya, Afrika ve Avustralya’ya kadar her yerde bu sorulara verilen cevaplar birbirine çok benziyordu. Dünya tanrılar, ruhlar, mitolojik yaratıklar, büyülü yumurtalar veya benzer hayali şeyler tarafından yaratılmıştı. Amerikan yerlilerinin, eski Mısırlıların, Aborjinlerin yaradılış öyküleri aynı minval üzere idi.
Çağımızdan 2500 sene kadar önce Milet’te Thales (MÖ 624/623- MÖ 548/545), öğrencisi Anaksimenes (MÖ?- MÖ 525), Hekataios (MÖ 550- MÖ 476) ve oğrencileri varlığa değişik bir gözle bakmaya başladılar.
İlk defa dünyayı tanrıların yarattığına inanılmamaya başlandı.
Bu tarz dünyanın sırlarını mitoslar ve fantezilerde görmek yerine, gözlem ve mantığa dayalı araştırmalarla anlamaya çalışmaktı. Bilimsel düşüncenin ilk şafağı dünyayı bu şekilde aydınlatmaya başladı.
Milet felsefenin beşiği idi. Ama felsefe o zamanlar bugünkü anlamında değildi. Fizikten coğrafyaya, kozmolojiden biyolojiye, ahlaktan sosyolojiye bütün bilim dallarını içine alan, çok kapsamlı bir düşünce, araştırma ve spekülasyon dalı idi.
Milet doğuş hâlindeki Yunan medeniyeti ile eski Mezopotamya ve Mısır’ın imparatorluklarının kesiştiği yerdeydi. Ama tek avantajı bu değildi. Orada sarayların, despotların, yasaklayıcı dinlerin, ruhban sınıfının olmaması özgür ve cezalandırılma korkusuz düşünceyi özendirdi.
Bugün Milet aynı yerde. Ama onu felsefenin beşiği yapan bu öğeler nerede?
Neden geri olduğumuzun başka bir açıklamasını aramaya gerek var mı?
Demek bize bir Milet İttifakı lazım :-)