Geçerken baktım mimoza tomurcuk vermiş.
Biz burada mimozaya altıntop diyoruz ki çiçeklerine bundan uygun bir isim bulunamaz.
Soğuklar tam gitmeden açacak ve kış ile ilkbahar arasında köprü olacaklar.
Ağacın vatanı doğu Avustralya ve Tasmanya’dır. Adaya, o bölgelerin diğer ağacı olan okaliptüs ve susuzluğa dayanıklı birkaç başka cins ağaçla birlikte İngilizler tarafından getirildi.
Yaprak dökmeyen mimozanın çiçekleri kuruduktan sonra üzerini, neredeyse çiçekler kadar çok, ince uzun tohum keseleri kaplar. Tohumları kolay filizlenir. Bir yere bir altıntop ekerseniz olgunlaştıktan sonra altında birçok fidan görürsünüz.
Neden ormanları ağaçlandırırken hep çam veya servi dikerler de bakım istemeyen, daima yeşil altıntop dikmezler anlamıyorum. Gene tohumları kolay filizlenen tespih ağacından da orman ağaçlandırıcılar uzak duruyor. Oysa o da çabuk büyür, kolay yayılır ve sulama istemez.
Kişi en çok küçüklüğünde tanıştığı bitkileri sever. Bu yüzden mimozanın kalbimde ayrı bir yeri vardır.
Çocukken orman dairesinde çalışan babamın baktığı altıntop fidanlıklarında ağacın çiçeklerine dokunmaktan hoşlanırdım. Verdiği yumuşak kadifemsi duyguyu ve avucumda bıraktığı sarılığı hâlâ sevgiyle hatırlarım.
Avrupa’da muhtemelen en çok bahçe düşkünü millet olan İngilizler, 1878’de Osmanlılardan devraldıktan sonra kelleşmiş, keçilerin perişan ettiği dağ ormanlarından başlayarak adayı ağaçlandırmaya başladı.
Halkı yaygın sıtmadan kurtarmak için su birikintilerini ve bataklıkları kurutmaya girişti ve buralara su seven okaliptüs ağaçlarından dikti.
Güzelleştirmek için de ağaç dikti.
Eski Girne yolunun Boğaz’a kadar olan bölümünde yolun sağında ve solundaki serviler bakımsızlıktan ve sevilmemekten perişan bir görünüm arz etse de birçoğu neredeyse yüz yıl sonra hâlâ ayakta duruyor.
Pendaya-Gemikonağı tarafında, yol kenarlarında bulutlara dokunmaya çalışan okaliptüs ağaçlarının bir bölümü 1974’ten kısa bir zaman sonra kesildi ve Kıbrıs Türk idaresinin çevreye saygısızlık anlamına geleceğinin ilk işaretini almış olduk.
Gelenek devam etmekte. Birkaç ay önce Ozanköy’deki otomobil tamir atölyesinin önündeki iki dev okaliptüs alelacele kesiliverdi. Yanındaki tarihi zeytinyağı tesisindeki makineler de sökülüp mekân kiraya verildi.
Biz Türkler adaya 1571’de geldik ama hâlâ burasını vatan değil talan edilecek gâvur malı olarak görmeye devam ediyoruz.
Adam olacağımız yok.
Türk ağaç sevmez, ne yazık.
Altıntop yerleşti mi ondan kurtulmak kolay değildir. Çiçekleri ise… Bu kadar bol çiçek veren, yeşilini neredeyse görünmez yapan başka bir ağaç var mı?
Binden fazla çeşidi olan, van Gogh’un (1853-1890), Matisse’in (1869-1954), Bonnard’ın (1967-1947) tablolarında gördüğümüz mimoza, güç ve güzellik sembolüdür.
Yazın kışa yolladığı, “Sen artık toparlanmaya başla, ben geliyorum,” mesajıdır.
Sadece birsey eklemek istiyorum izninizle, bir yerden baska bir yere o bolgede endemik olmayan bitkileri canlilari tasimak cok buyuk bir hatadir. Yabanci canlilar gittikleri yerde o bolgeya ait eko-sistemi uzerinde cok muthis hasralara yol acabilir.
Bunu Ingilizler zamaninda cok yapmis, Kibrisa bu yabanci bitkileri getirdikleri gibi diger bircok ulkeye de o yoreye yabanci hayvanlar bitkiler tasimislar. Sonradan bunun ne kadar yanlis oldugunu anlamaya basladilar.
Ornegin Avusturalyaya dusuncesizce goturulen birkac tavsan oralarda tam bir ekolojik felekete yol acmistir ve hala bununla savasmalarina ragmen bir cozum bulunamamistir.
Link: https://www.cnn.com/2022/08/24/world/australia-feral-rabbit-invasion-origins-intl-hnk/index.html