
Bugün olağanüstü tembelim.
Bir sonbahar yaprağı olsam düşmeyip rüzgâr bekleyecek kadar tembel. ATM olsam para vermeyecek, ekmek olsam fırından çıkmayacak, güneş olsam doğmayacak kadar…
Ama kalkıp markete gitmeliyim.
Bir haftadır burada yoktum ya. Buzdolabı bomboş. Kapısını açınca Antarktika’yı seyreder gibi oluyorum.
Dikkatli baksam penguen göreceğim.
“Yarın gitsem?” diyorum kendime içimdeki sesle. “Kalkar kalkmaz ilk iş. Kahvaltıdan önce hatta. Söz!”
Cevaplıyorum: “Evde su bile. Bırak şimdi bu ‘yarın yapabileceğin işi bugün yapma,’ ikonklast köşeyazarı ayaklarını. Kalk. KALK DEDİM!”
Türkiye’nin demokratikleşmesinden bile yavaş ve gönülsüz, kalkıyorum.
Her adımda ayaklarım geri geri giderek arabaya yürüyorum.
Markette önce arabamı su şişeleriyle dolduruyorum. Listemdeki “su” maddesinin üzerine bir çizgi çekiyorum.
Bir poşete birkaç ekşi elma koyuyorum. Bir diğerine birkaç armut atıyorum. Bunlar listede olmadıkları için üzerlerine çizgi çekmiyorum.
Elimi ıspanağa uzatıyorum ki içimdeki ses bağırıyor.
“Dur! Ne yapıyorsun, kim yıkayacak?”
“Been,” diyorum en masum sesimle.
“Güldürme beni. Ben dokunmam, söyleyeyim!”
“Tamam. Tamam. Sinameki sen de!”
Tarihini dikkatlice okuyup bir şişe süt alıyorken gene konuşuyor.
“Sen şimdi o çamurlu ıspanağı yıkayıp pişirecek, bir de sütlaç mı yapacaksın?”
“Yes, of course!
Bağırılmaktan korktuğum için biraz bekliyorum. “Hatta pilav da,” diyorum fısıltıyla.
İçimdeki ses, kasıklarını tutarak gülüyor. Ben de gülümsüyorum. Şüpheci olmakta haklıyız. Az mı ıspanak attık, süt döktük.
Dönüyorum ve aldıklarımı eve taşıyorum. Takatımın son zerrelerini harcayarak yerleştirilmeleri gereken yerlere yerleştiriyorum.
Öğleden sonra oluyor. Gece oluyor. Sabah oluyor.
Ertesi gün.
Kendimi yokluyorum. Dünkü kadar miskin değilim ama bir enerji küpü müyüm? Hayır.
Mutfakta dün gece su koyduğum bir kabın içine koyduğum ıspanaklarla göz göze geliyorum. Kararlılıkla üzerlerine yürüyorum. Yarı yolda çark ediyorum. Çay yapmak üzere su ısıtıcısına yöneliyorum. Çay yapıp koltuğa oturuyorum. Bilgisayardan gazeteleri okumaya başlıyorum. Ara sıra ıspanaklarla göz göze geliyorum. “Sırıt sen sırıt. Biraz sonra tencerede de sırıtırsın.”
Çaydan ve gazetelerden sonra karnım acıkıyor. Hellimli, maydanozlu bir omlet yapıyorum. Yiyorum. Kalkıyorum. Kirlileri bulaşık makinesine yerleştiriyorum.
Veee. Beni de ıspanakları da şaşırtan bir enerji ile ıspanakları yıkamaya koyuluyorum.
Yıkıyorum. Yıkıyorum. Yıkıyorum. Bitirince iki tabakta biri pilav, diğeri sütlaç için iki ayrı cins pirinç ıslatıyorum.
Sonra ıspanakları ateşe koyuyorum. Pilava ıspanak pişince sıra gelecek. Sütlacı da akşamüstü yaparım artık. Ama belki pilavla beraber. Galeyana geldim bir sefer.
Dışarıda Haziran sıcağı var. Lavabodaki kovada biriktirdiğim kirli suyu sağlık durumu kötüye giden genç bir servinin köküne dökmek için bahçeye çıktığımda terledim.
Gökyüzü bulutsuz. Göçmen kuşlar göçtü ama çok geçmeden geri gelirlerse şaşmam.
Yukarı çıkıp kısa kollu tişört ve ince bir pantolon giyeceğim.
Yemek yapmak spor sayılıyor mu? Sayılmalı bence.



Teşekkürler MM. yazılarınız sütlaç kadar leziz.