banner564

Ölümden sonraki hayatım

Son günlerde şöyle bir şey hayal ediyorum:
Ölüyorum ve karşıma, yüksek bir duvarın önünde bir adam çıkıyor.
“Cennettesiniz,” diyor.
Alaca karanlıkta ondan ve duvardan başka bir şey görmüyorum. Hiç ses yok.
“Cennete benzemiyor,” diyorum.
“Cenneti daha önce görmüş müydünüz?” diye soruyor, biraz ters.
Yüzüne bakıyorum. Bu işi ilk defa yapmıyor. Sıkkın gibi.
“Cennet nedir?” diye soruyor.
Tereddüt ediyorum.
“Cennet her istediğinizin olmasıdır,” diyor.
Sorabileceğim bütün soruları daha önce işitmiş olduğu ve beni bir an önce başından savmak istediği için soru sormama fırsat vermeden devam ediyor.
“Meselâ, dünyadaki evim burada olsun diyorsunuz.  Oluyor. Ne istediğinizi düşünmeniz yeter. ”
Yüzüme bakıyor.
“Dünyadaki evim burada olsun,” deyin diyor.
“Dünyadaki evim burada olsun,” diyorum.
Pıt. Evimin önündeyiz. İlkbahar. Hava güneşli. Deniz görünüyor. Komşunun köpeğinin havlamasını bile duyuyorum.
“Böyle işte,” diyor adam.
“İsterseniz köy de gelsin. Bahçıvan, aşçı. Bir kız arkadaşınız. Ne istediğinizi düşünmeniz yeter.”
 
Adama bakıyorum. Ne genç, ne yaşlı. Ne çirkin, ne yakışıklı. Ne mutlu, ne mutsuz. Üst düzey bir memur gibi giyinmiş. Ceket düğmeleri ilikli, kömür kurşunisi bir kat. Beyaz gömlek. Ağırbaşlı bir kravat. Belki gerçekten üst düzey bir memur.
“Hayata dönmek için ölmedim,” diyorum. “Başka şeyler istiyorum.”
“Ne, meselâ?”
“Roma İmparatoru Augustus öldü mü öldürüldü mü? Ölürken yanında olmak ve görmek istiyorum.”
“Düşün ve ol,” diyor adam.
“Geri nasıl döneceğim?”
“Beni düşün.”
“Deneyebilir miyim?”
Adam, olur anlamında göz kapaklarını indiriyor.
Taş villadan beyaz giysili, güzel, yaşlıca bir kadın çıkıyor. Yanında durduğum incir ağacına doğru yürüyor. Yaklaşınca elinde küçük  bir şişe olduğunu görüyorum. Kadından tanımadığım, hava kadar hafif güzel bir koku geliyor.
Kadın olgun birkaç inciri çevirip şişeden meyvenin alt kısmındaki deliklerden içeri birkaç damla döküyor. Eve dönüyor.
Çok sıcak. Ağustos böcekleri ötüyor. Havada dünyadan hatırlamadığım bir rayiha var. Demek o zaman dünya bu kadar güzel kokuyormuş, diye düşünüyorum. 
Kadın çok geçmeden kolunda yaşlı, yavaş yavaş yürüyen bir erkekle geri dönüyor. “En olgunlarını sana bıraktım,” diyor. Az önce içine zehir koyduğu bir inciri kesip ona veriyor. Adam keyifle inciri yiyor. Sonra bir daha ve bir daha.
Geri dönüyorum.
 “Kolay oldu mu?” diye soruyor, duvarın önündeki adam.
“Çok,” diyorum.
 
“Başka yerlere gitmek ve daha uzun kalmak istiyorum,” diyorum.
“Doğumundan ölümüne kadar Mozart’la beraber olmak istiyorum. İlk canlı nasıl ve ne zaman meydana geldi, görmek istiyorum. Leonardo, Mona Lisa’yı çizerken arkasında durmak istiyorum. Beyazlar gelmeden önce Kızılderililerle birlikte Amerika’da yaşamak istiyorum. Büyük İskender’le beraber Anadolu’yu kat edip Persepolis’e gitmek istiyorum. Dinozorların neden yok olduğunu öğrenmek istiyorum. İsa’nın çarmıha gerilmesini  görmek istiyorum. İnsanın neden toplama ve avlamadan vazgeçip tarıma geçtiğini bilmek istiyorum. Hürrem’in Süleyman’ı nasıl kandırıp oğullarını boğdurduğunu anlamak istiyorum,” diyorum.
Adam bütün merak edilenleri, bütün istekleri daha önce duydu.
 “Ebediyet çok uzun bir zamandır,” diyor. “Bütün merak ettiklerinizi öğrenmeniz zamanda bir ısırık bile değil.”
Devam ediyor: “Sonunda herkes sonsuz hayatın ölümlü olmaktan zor olduğunu anlar. Cennetten de sıkılır. Bakın, çevrede başkasını görüyor musunuz?”
“O zaman ne olur?” diye soruyorum.
“Şimdi onu düşünmeyin,” diyor. “Sonsuz olan sadece zaman değildir. Kâinat da sonsuzdur.”
YORUM EKLE

banner471

banner474