banner564

Özgürlük düşünürü olarak Herbert Spencer (I)

Ondokuzuncu yüzyılın önde gelen bir toplum ve siyaset felsefecisi olan Herbert Spencer (1820-1903) modern sosyolojinin kurucularından olduğu kadar, siyasal felsefede de ‘’özgürlük geleneği’’nin seçkin temsilcilerinden ve bu geleneğin kilometre taşlarından biridir.

Özgürlükçü bir düşünür olarak Spencer’in iki yönlü bir akademik kimliği vardır. O eserleriyle bir yandan toplumun ve toplumsal kurumların yapı ve evrimini analiz eden kimliğiyle bir sosyolog portresi çizerken, öbür yandan siyasal kurumların örgütlenmesinin dayanması gereken normatif ilke ve esasları gösteren bir siyaset filozofu kimliğiyle öne çıkmaktadır. Spencer’ın başlıca eserleri arasında Social Statics (1851), The Study of Sociology (1873), The Man versus the State (1885), Principles of Ethics (1891), Facts and Comments (1902) sayılabilir. 

Emile Durkheim başta olmak üzere kendisinden sonra gelen sosyologları da etkilemiş olan Spencer’ın sosyolojiye yaptığı önemli katkılardan biri, daha sonra F. A. Hayek’in de ilham kaynaklarından olan toplumsal evrime ilişkin teorisidir. Bu teorinin kilit kavramı evrim sürecinde ‘’en uygun olan organizmanın ayakta kalması’’dır (‘’the survival of the fittest’’). Bu aynı zamanda eleştirmenleri ve muhaliflerince onun en çok yanlış anlaşılan, hatta çarpıtılan düşüncesidir. Eleştirmenleri bu kavramla Spencer’ın güçlü olanların hayatta kalırken zayıf olanların ölmesini veya yok olmasını onayladığını ileri sürmüşlerdir. 

‘’En uygun olanın hayatta kalması’’ kavramının normatif bir yargı ima etmediğini ve sırf bir analiz aracından ibaret olduğunu Spencer’ı eleştirenler bilerek veya bilmeyerek gözden kaçırmışlardır. Oysa, Matt Zwolinski’nin dikkat çektiği gibi, ‘’bir organizmayı ‘’uygun’’ (fit) olarak nitelemek, büyük ölçüde, onun belirli bir çevrede hayatta kalmanın şartlarına intibakı hakkında formel bir ifadede bulunmaktır, yoksa onun değeri veya hayatta-kalmanın iyiliği hakkında normatif bir yargıda bulunmak değil’’. Spencer’ın kendi ifadesiyle, bu ‘’en iyi’nin veya en güçlü’nün hayatta kalması demek değildir.’’

Herbert Spencer tarihsel evrimde birbirine karşıt olan başlıca iki toplum tipinin ortaya çıktığını ileri sürmüştür: militan topluma karşı endüstriyel toplum. Spencer ''militan toplum'' terimi ile kişilerin konumlarının sabit statülerle belirlendiği kadim zamanların cebrî-hiyerarşik toplumlarını, ''endüstriyel toplum'' terimi ile ise gönüllülüğe dayanan sözleşme-temelli modern sanayi toplumlarını kastetmektedir. Militan toplumun örnek modeli, zorla askere alınanlardan oluşan ve onların yiyecek, giyecek gibi zaruri ihtiyaçları ile ücretlerinin merkezî olarak belirlendiği bir ordu iken, endüstriyel toplumunki belirli hizmetler karşılığında belirli ücretlerde ayrı ayrı mutabık kalan ve istemezlerse ayrılmakta özgür olan üreticiler ve dağıtıcılardan oluşan bir birliktir.

Evrimsel gelişme yaklaşımıyla tutarlı olarak Spencer toplumun kendiliğinden işleyen güçlerinin esas olarak iyi yönde işlediğine inanır. Bununla tutarlı olarak, Herbert Spencer’a toplumun imal edilmiş (yapma, sunî) bir yapı değil de evrimsel olarak kendiliğinden bir şekilde büyüyüp gelişmiş olan bir formasyon veya düzen olduğunu belirtir. Spencer içine yaşayan insanların toplumun bu geniş ve karmaşık düzeninin aslında kendi amaçlarını gerçekleştirmek için çabalayan bireylerin kendiliğinden işleyen iş birliklerinin eseri olduğunu görememelerine hayıflanır. Ama yine de bu insanlar ‘’yeryüzünün nasıl temizlenip verimli hale getirilmiş, şehir ve kasabaların nasıl gelişmiş, her çeşit mamulün nasıl ortaya çıkmış, sanatların nasıl gelişmiş, bilginin nasıl birikmiş, edebiyatın nasıl üretilmiş olduğunu [kendilerine] sorduklarında, bunların hiçbirinin devlet kaynaklı olmadığını, aksine birçoğunun devletin engellemesine rağmen gerçekleştirilmiş olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar.’’

Bu arada, Spencer’a göre, toplumsal evrim nihaî olarak azamî özgürlük ile azami refahı birleştirecek olan devletsiz topluma yöneliktir. Ancak Spencer zaman içinde bu anarşist perspektiften, iktidarın başta doğal haklar olmak üzere belirli sınırlarla kısıtlandığı minimal devletçi anlayışa kaymış görünmektedir. Bu bağlamda sınırlı devlet sadece endüstriyel toplum tipine uygun olup militan toplum anlayışıyla bağdaşmaz.

YORUM EKLE

banner471

banner474