banner564

Soğuğa giden casus

Bazı insanlar o kadar hayat çevremin bir parçasıdırlar ki hiç ayrılmayacaklar sanırım.
Geçtiğimiz Cumartesi 89 yaşında hayata veda eden İngiliz casus romanları yazarı John Le Carré bunlardan biri idi. 
“Hayatımın bir parçası” derken onunla bir dostluğumuz vardı demek istemiyorum.  Karşılaşmamıştık bile. 
Ama onu okumaya başladığımdan beri hayatını röportajlardan izlediğim, kitaplarını merakla beklediğim biri olmuştu. 
Tanımadığınız ama aklınızın bir köşesine bağdaş kuran insanlar var ya, öyle biri.
Tıpkı dört yıl önce dört buçuk ay hapiste kaldıktan sonra Türkiye’yi terk eden ve o zamandan beri kitap yayımlamayan Aslı Erdoğan gibi. 
O nasıl acaba? 
Le Carré merakım, yazılmış belki de en iyi casus romanı olan ve onu dünya çapında ünlü yapan The Spy Who Came In From the Cold (Soğuktan Gelen Casus) ile başladı. Onun kadar etkileyici olan Tinker Tailor Sailor Spy  (Köstebek) ile devam etti. 
Le Carré, Soğuk Savaş’ın en azgın olduğu 1950-1960 döneminde on altı yıl kadar İngiliz istihbarat 
örgütlerinde çalışmıştı. 
O dünyayı içinden tanıyordu. Ama, onun kahramanları, Ian Fleming’in (1908-1964) James Bond’u gibi pırıltılı, iyi giyimli, hovarda ve yenilmez değildi. Dünyası da Bond’unki gibi göz kamaştırıcı ve erotizm yüklü değildi. 
 
Tersine…
Soğuk Savaş’ta birbirlerini alt etmeye çalışan Batı ve Sovyet istihbaratçılarını le Carré insan olmanın zaafları ile boğuşan, iki yüzlü, yaptığından pek emin olmayan, bazen hain, nadiren kahraman, çoğu zaman zavallı kişiler olarak gördü.
Yarattığı en ünlü karakter olan George Smiley’nin yanında James Bond bir Barbie bebeğe benzer. 
Le Carre’nin adamı orta yaşlı, tombul, mutsuz, gözlüklü, ama parlak zekâlı ve dur durak bilmeyen bir profesyoneldir.
Bond pahalı terzilerden giyinen, kadınların dayanılmaz bulduğu bir adam iken Smiley pahalı ama üstüne bol gelen bir palto ile dolaşır ve göz kamaştırıcı eşi Ann tarafından sürekli aldatılır. 
Smiley ile Tinker Tailor’da tanıştım ve en sevdiğim roman kahramanlarımdan biri oldu. 
Annesi o beş yaşında iken bir emlakçı ile kaçarak le Carré’yi terk etti. Babası bir numaralı bir sahtekâr ve dolandırıcı idi. Tatillerde eve döndüğünde babası içeride mi dışarıda mı olacak, dışarıda ise evde babasının hangi metresi ile karşılaşacak bilmezdi. Büyüklerin hayatı yalan ve kandırmaca imiş gibi gelirdi ona. Babasının yanında geçirdiği yıllar bir anlamda casusluk için mükemmel bir staj idi. 
Berlin Duvarı’nın yıkılması ile Carré’nin de konuları tükendi sanıldı ama o dikkatini uluslararası silah kaçakçılığı, Arap-İsrail çatışması, büyük ilaç şirketlerinin Afrika’da çevirdiği oyunlar gibi başka siyasi ve tartışmalı konulara yöneltti. 
 
Elli yıldan uzun süren meslek hayatında le Carré, Ruanda, Türkiye, Çeçenistan, Karayipler ve Güney Doğu Asya’yı dolaşan iki düzineden fazla kitap yazdı. Dokuzu filme çevrildi.
Onu okumak isteyenlere Köstebek ile başlamalarını öneririm.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Faruk Ercan
Faruk Ercan - 3 yıl Önce

Önceki yıllarda Çetin Altan'ın yeni yazılarını beklerdim. Şimdi sizin yazılarınızı izliyorum. Teşekkürler iyi ki varsınız.

ali özdemir
ali özdemir - 3 yıl Önce

Bu gibi romanlarla ülkenizde ve çevrede neler döndüğünün farkına varırsınız

Kazım Uluseri
Kazım Uluseri - 3 yıl Önce

Benim de yakından tanımadığım ama hep izlediğim biri var; Metin Münir. Uzun yıllar bizimle olması dilegi ile.

Bir John le Carre sever
Bir John le Carre sever - 3 yıl Önce

"John le Carre-The Biography" (yazan: Adam Sisman) diye bir kitap varmış. (Bugünkü Doğan Hızlan'ın yazısında gördüm.)

Adam Zayif
Adam Zayif @Bir John le Carre sever - 3 yıl Önce

Lutfen adamin zayif veya sisman olmasini bu konuya karistirmayalim. Sisman da olsa yine de yazmis yani, emege saygi biraz. :/

banner471

banner473