Bir süre önce Rum tarafında alışveriş yaptığım süpermarkete selfservis kasalar kondu.
Satın aldıklarınızla bu kasalardan birinin önüne gidiyorsunuz, kredi kartınızı okutuyorsunuz, barkodları gösteriyorsunuz, eşyalarınızı torbanıza yerleştiriyorsunuz ve arabanızı iterek binayı terk ediyorsunuz.
Google amcadan öğrendiğime göre 2013’te bu aygıtlardan dünyada kurulu 191,000 ünite varmış, 2025’te ünite sayısının 1.2 milyona çıkması bekleniyormuş.
Markette diğer kasalar insanlı olmaya devam ediyor. Oralardaki kadınların çoğu o markete gitmeye başladığımdan beri oradadır. Nazik ve güler yüzlüdürler. İyi Rumca bilsem hatırlarını sormak ve havayı konuşmaktan hoşlanırdım.
Her kasada aldığınız ürünleri çantanıza dolduran engelli çalışanlar da var. Onlara karşı nazik ve güler yüzlüyüm ve bahşişlerini eksik etmem.
İnsan seven bir kişi olduğumu iddia edemem. Ama makinelere, robotlara karşı olan aşksızlığımın insanlara olandan kat kat büyük olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle beni bu insansız kasaların önünde görmeniz mümkün değildir.
Eğer market bütün kasaları selfservis yaparsa orada çalışanların işlerine son verecek ve ben de oraya gitmekten vazgeçeceğim.
Böyle bir şey olursa kim kazanacak, kim kaybedecek? Kazanacak, teknoloji şirketleri ve marketin sahipleridir. Biri ürününü satarak ve bakımını yaparak kazanacak, diğeri kasada çalışanların asgari ücretini ödemeyerek.
Çoğu yaşlıca olan kadınlar bir daha iş bulurlar mı, emin değilim. Onlar fakirleşecek. Ben de fakirleşeceğim, çünkü onların işlerini kaybetmesi benden de bir şey alacak.
Kasiyerlere ödenmeyen paraların markette satılan ürünlerin
fiyatını aşağıya çekeceğini düşünüyorsanız vazgeçmenizi önereceğim. Fiyatlar, olağanüstü istisnai şartlar dışında, her koşulda sadece artar, düşmez.
Makineler, otomasyon, insanları lüzumsuzlaştırarak bir sahaya daha bayrağını dikmiş olacak, o kadar.
Bu yer değiştirme hızla büyüyecek. Yapay Zekâ, yarım yamalak bir ürün olmasına rağmen, ileri ülkelerde bazı sahalarda çalışanların yerine geçmeye başladı bile. Mükemmelleştiğinde, eğer mükemmelleşirse tabii, bazı işleri insanın elinde alacak. Kaç iş, kaç insan şu anda bilmek mümkün değil. Ama makinelerin insanın yerini alacağı bir çağın eşiğinde olduğumuz muhakkak.
Mutlaka vardır, ama bunun harika bir şey olacağını söyleyen veya yazan birisine bu güne kadar rastlamadım.
Benim doğduğum Kıbrıs’ta evlerin çoğunda elektrik ve çeşmelerde akan su yoktu. Telefon da. Buzdolabı, araba, çamaşır makinesi hak getire.
Bunlar yoktu diye gece gündüz ağladığımızı hatırlamıyorum. Var olmayan şeyin eksikliği duyulmaz. Ama kısa zamanda hepsi de ihtiyaç oldu. Bugün ise bunlarsız ev yok.
Daha mı mutluyuz?
Hayır değiliz. Çoğunluk, belki de herkes, gereksiz ihtiyaçlardan inşa edilmiş duvarların arkasında hapis, “sessiz bir çaresizlik” içinde yaşıyor.
**
Bir şey yapılabiliyorsa onu ille de yapmak gerekmez. Bir ürün piyasaya çıktığında onu ille de satın almak şart değildir. Ve bir yere gitmek mümkünse ille de gidilmez.
Bilişsel psikolog olan Prof. Steven Pinker, Aydınlanma Çağı sonrası insanlık tarihinde yaşanan gelişmelerle o çağdan önceki zamanları muhtelif konu başlıkları altında mukayese ettiği "Enlightenment now" başlıklı kitabında günümüzde insanlığın tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar iyi bir hayat yaşadığımızı iddia ediyor ve bunu rakamlarla, istatistiklerle destekliyor.. Maddi zorlukların azalması veya ortadan kalkması manevi dünyamızda bizi mutlu etti mi sorusu her insanın kendi adına cevaplaması gereken bir sorudur..
Refah seviyemizin eskiye gore cok arttigini gorebiliyoruz. Insanlarin hayat beklentisi gittikce artiyor, teknolojide , bilimde muthis gelismeler yasiyoruz vesayre vesayre fakat "mutluluk" bunlar kadar kolay olculebilen birsey degil.
Annem "Eskiden insanlar yokluk icinde daha mutluydu simdi ise bolluk icinde mutsuz" derdi. Acaba gercekten oyle mi? Belki de bu insan psikolojisine baglidir. Yani eskileri romantize ederek iyi yonlerini hatirlamak isteyen "secici hafizamiz" bizi yaniltiyor olabilir mi?