banner564

Türk askerinin Katar’da işi ne?

Bir ülke otoriterliğe kaydığında, dış politikası kurumsal olmaktan çıkar, durumsal olur*.
 
Kişiselleşir, keyfileşir, fevrî ve tehlikeli bir biçimde atılgan olur.
 
Hiddetle kalkıp zararla oturmak norm haline gelir.
 
AKP’nin dış politikası tam bu kalıplara uygundur.
 
AKP döneminde eskiye kıyasla belki de en köklü değişiklik geçiren şey, dış politikadır.
 
En büyük değişiklik de 1950’lerden beri dış politika çıpası olan batı  ilişkilerinde ve Ortadoğu ülkelerine karşı uygulanan tarafsızlık politikalarında oldu.
 
Türkiye bu yola laikliği terk ederek, adı konmamış bir Sünni, daha spesifik olarak Müslüman Kardeşler, ideolojisi benimseyerek girdi.
 
Adı konmadığı, sınırları tespit edilmediği ve günübirlik olduğu için bu transformasyon, onu uygulayanlar dahil herkesin kafasını karıştırmakta.
 
Türkiye, dostları için de  düşmanları için de, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir ülkedir artık.
 
Avrupa Birliği’ne üye olma projesi uygulamada rafa kaldırıldı. Almanya, Avusturya, Fransa ve Hollanda’ya hak etmedikleri hakaretler yağdırıldı.
 
Türkiye, batı dünyasının gerçek bir üyesi olmaktan çıktı.
 
Hâlâ NATO üyesi, hâlâ Avrupa Konseyi’nde temsil ediliyor, hâlâ AB ile ilişkileri sürüyor, ama bunların tümü pamuk ipliğine bağlı.
 
Batı artık Türkiye’yi kucaklamıyor,  despot Ortadoğu ile arasında bir set meydana getirdiği için ona katlanıyor.
 
AKP, Rus uçağını düşürerek büyük gayretlerle düzelttiği Moskova’yla ilişkilerini de bozdu. Gerçi bu konuda belirgin bir yumuşama var, ama Putin’in bundan sonra Erdoğan’a güveneceğini sanmak saflık olur.
 
İslam köklerine dönme gayreti içinde olan AKP, batıyla soğuyan ve zayıflayan ilişkilerini Arap ve Müslüman ülkelerle derinleştirerek dengelemek amacındaydı.
 
Bunu da beceremedi. Ne Sünni devletlere yaranabildi ne de Şii.
 
Dış politikada nezaketin yerine kabalık ve kabadayılık geçti.  Öngörülebilirliğin yerini serseri mayınlık aldı. Son söylenecek sözleri başta söylemek, son yapılacak işi başta yapmak kural oldu.
 
Bunun en son örneğini, Ankara’nın Katar ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği Sünni koalisyona karşı aldığı tutumda görüyoruz.
 
Kriz patlar patlamaz hükümet, Katar’a asker yollama kararı aldı.
 
 
Dışişleri Bakanı olduktan sonra süratle Ahmet Davutoğlu’nun karbon kopyası haline gelen Mevlüt Çavuşoğlu  “Körfez'deki tehditleri kendimize yönelmiş görüyoruz" buyurdu.
 
Ama ne tehdidin ne olduğunu açıkladı, ne de neden “kendimize” yönelmiş olduğunu.
 
Suudi Arabistan, yanına Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni, başka bazı Müslüman ülkelerini ve Trump’ın desteğini alarak Katar’ı terbiye etmek istiyor.
 
 
 
Katar bağımsız bir yol seçtiği için Suudiler ve dostları için  bir tehdittir. İran’la iyi ilişkileri var. Mısır’da Müslüman Kardeşler’i, Suriye’de cihatçıları destekliyor.  El Cezire televizyon kanalıyla Körfez’in gerici rejimlerini tedirgin ediyor.
 
Türkiye’nin bu kavgayla ne ilgisi var?
 
Çıkarı nedir ki Katar’a asker yollayacak ve Suudi koalisyonuyla savaşı göze alacak kadar ileri gitti?
 
Birkaç ay önce Doğu Akdeniz’de enerji konusunda bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılardan biri ünlü bir İngiliz uzmandı. “Artık Türkiye ile konuştuğunuzda devletle mi konuşuyorsunuz, Erdoğan ailesiyle mi belli değil,” dedi.
 
Türkiye’nin Katar’ın yanında yer almasının nedeni, Türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğu için değildir. Erdoğan ile Katar Şeyhi arasında özel bir dostluk olmasıdır.
 
Tıpatıp Rus uçağını düşürmede olduğu gibi Katar’a asker yollama da bir adım sonrası düşünülmemiş bir hamledir.
 
Konu kurumsal değil durumsaldır, yani kişiseldir, çünkü artık denklem Türkiye=Erdoğan’dır.
 
Veya tersi.
 
...
 
*Bir arkadaşımdan ödünç aldığım deyim.
YORUM EKLE

banner608

banner473