banner564

Uyan, seni öpmek istiyorum, ben öleceğim!

Fabrikayı dolaşmayı bitirdikten sonra beni yemeğe götürdüler. 
Manikürlü çimenlerin ve bakımlı ağaçların arasından geçip fabrikanın parayla yemek yenen lokantasına gittik.
Yemeklerimizi ısmarladık.
Yemeğe başladık.
Yemekler bir fabrika lokantasından beklenmeyecek kadar lezizdi.
"Sizi ağırlayacağız diye yemekler böyle sanmayın," dedi fabrika müdürü. "Her zaman böyle." 
Yemeğe özen gösterdiğini, günde beş altı defa meyve yediğini söyledi. "Sağlıklı ölmek istiyorum," dedi.
Güldüm. "Nasıl oluyor sağlıklı ölmek?"
"Rahat ölmek. Huzurlu."
Ve anlattı.
 "Bir gece annem uyurken babam onu uyandırmış. Saat dört civarlarında.
“‘Uyan, seni öpmek istiyorum, ben öleceğim’ demiş. Annem, 'Delirdin sen, uyu' demiş, sırtını dönüp uyumaya devam etmiş."
Biraz sonra kocasının tarafında herhangi bir hareket hissetmeyince doğrulup başını çevirmiş. Kocası sırtı yastığa dayalı, hareketsiz, oturuyormuş.
 
"Seksen yaşında. Annem de ondan bir yaş küçüktü. 1996 Şubat’ında babam, Kasım’ında annem gitti. Televizyonun önünde oturuyordu. Başı yavaş yavaş öne düştü.
"1939'da nişanlanmışlar. 1940'ta evlenmişler. Elli altı yıl aşk. Şimdi Adana'da yan yana yatıyorlar."
"İkisi de öldükten sonra aşk mektuplarını bulduk" diye devam etti. 
Ellerini masadan kaldırdı. Sağ elinin parmakları sola, sol elinin parmakları sağa bakar şekilde birbirinin üstünde tuttu, mektup destesinin kalınlığının bir karıştan fazla olduğunu tarif etti.
"Mektuplar yarıya kadar normaldi. Gerisi belden aşağı. O kadar belden aşağı ki, bazılarını sonuna kadar okuyamadık. Kızımın elinden okumakta olduğu mektubu kapmak zorunda kaldım."
Fabrika ziyaretimden bir ay sonra tatil için gittiğim Londra'da bir kitap aldım. Adını Büyülü Düşünme Yılı olarak çevirebileceğim kitabı ünlü Amerikalı yazar Joan Didion yazmıştı.
Kitapta Didion, kocasının âni ölümünü izleyen yas ve yoksun bırakılmışlık yılındaki ruh hâlini anlatıyordu.
Kitabın bir yerinde şu cümlelere rastladım:
Ölüm âni veya bir kaza sonunda meydana gelmiş olsa bile, gelmeden geleceğini haber verir. Ne doktorları ne arkadaşları ne aile fertleri... Bir tek ölmekte olan kişi ne kadar zamanı kalmış olduğunu bilir.
 
O gün yemekten sonra arabayla İstanbul'a dönerken yol boyunca, ölmeden önce eşini öpüp elveda demek isteyen adamın öyküsü bana eşlik etti.
Aradan yıllar geçmesine rağmen sık sık aklıma geliyor ve öyle sanıyorum ki hiç unutmayacağım, çünkü bundan daha güzel bir aşk hikâyesi duymadım. 

YORUM EKLE
YORUMLAR
ali özdemir
ali özdemir - 3 yıl Önce

bizim zamınımızda romantizm vardı kızın elini tutmak için üç ay kur yapılırdı şimdi kimse uğraşmaz

Hasan Nuri
Hasan Nuri - 3 yıl Önce

Güzel bir yazı,

ruh ikizi
ruh ikizi - 3 yıl Önce

İnsan evlenince, ya cennete düşer ya da cehenneme. Benim bildiğim bu kadar. İkisinin arasını düşünemiyorum.

Faruk Ercan
Faruk Ercan - 3 yıl Önce

İbretlik. Teşekkürler.

Kıbrıs'ta Bir Nisan Sabahı
Kıbrıs'ta Bir Nisan Sabahı - 3 yıl Önce

Çok ama çok güzel bir yazı. Kalmadı böyle incelikli bir dünya. Zarafet zamanı aşar. Aşkla birleşen zarafet sonsuza uzar...

Gurel ASIK
Gurel ASIK - 3 yıl Önce

Sevmek kadar guzel bir seyyoktur, nefret kadar kotu itici bir sey yoktur. sevgi adeta ebediyet iksiridir. Ne mutlu sevenlere sevmesni bilenler. Bu guzel yazı bana bunu hatırlattı

Ruh İkizi
Ruh İkizi - 3 yıl Önce

Dede Korkut Hikâyeleri’nin en ilginci, “ Delil Dumrul’ dur”. Çoğu insan, köprü, ‘ kuru dere üstündeki köprü’ meselesi sanır. Oysa konu,
karı-koca ilişkisi olup vefa, sevgi ve özveridir.
Her genç kızın okuması gereken bir hikâyedir.
İnsanın yetiştiği aile çok önemlidir.”Sokma akıl,
üç adım gider.” Herkese saygı, sevgi, huzur dileklerimle ‘keşkesiz’ bir hayat...

banner471

banner474