banner564

Yeni bir başlangıç

Yaz gelmiş ve güneş imparatorluğunu ilan etmişti.
Gölge olan yerler de cayır cayırdı, gölge olmayanlar da. Sokaklarda, yürüyenlerin gölgeleri, sahiplerini bırakıp serin bir yere sıvışmak ister gibi bir o yana bir bu yana kaçıp duruyordu. Toprak ateş olmuş, asfalt yumuşamıştı, ağaçlar esir alınmıştı. Ağustosböcekleri avaz avazdı. Kuşlar sanki ağır ağır uçuyorlardı. 
İçeride, klimanın serinlettiği mutfakta, soğutulmuş ananas parçacıkları yiyordum. Bitirince, ağzımda tatlı, temiz, soğuk bir tat, kalkıp yüzmeye gittim. 
Kumsala inen basamakların başında durdum, güneşin altında yılan gibi parlayan, hep bir şey söylemenin eşiğindeymiş 
gibi olan ama söylemeyen denize baktım. Bir ressamın “Denizin resmini yapmak ruhun resmini yapmak gibidir,” dediğini hatırladım. 
Hepimiz, bir şekilde darız. Genişlemek, sevilmek, sağlıklı, mutlu, güzel, zengin, özgür ve sonsuz olmak isteriz ama olamayız. Herkes sınırlı, herkesin eksikliğini hissettiği şeyler var.
Durdurulamayan, kısıtlanamayan, kapatılamayan deniz ise öyle değil: Başı ve sonu, gençliği ve yaşlılığı yok, boş ve dolu, uysal ve azgın, güzelliği ölümsüz, kendiliğinden güçlü. 
Merdivenin başında, bir an, önümde görünmeyen bir kapı olduğunu hissettim. O kapıdan geçebilsem, aynı yerde olmakla beraber başka bir yerde olacaktım - bu dünya ile beraber var olan, ama görünmeyen bir mekânda. 
Aklıma, birkaç ay önce sıkışmış trafikte arabada beklerken gördüğüm, kaldırımdan yolun üzerine sarkan, dört gövdeli akasya ağacı geldi. Akasya neredeyse yakınındaki tombul servi kadar uzundu. Üzerinde salkım beyaz çiçekler ve yeni çıkmaya başlayan açık yeşil yapraklar vardı. Ağacın altında olsam çiçeklerin kokusunu alabilecektim. Arabaların içinde bekleyen, kafelerde sohbet eden, kaldırımlarda yürüyenler, bir şeyi kucaklamak ister gibi yola eğilen, hem ağaç hem de başka bir şey olan akasyayı görmüyorlardı.
Deniz sakindi. 
Koyda kadıncıklar ve adamcıklar konuşarak yüzüyorlardı. Uzaktan sadece başları görünüyordu, suda yüzen gövdesiz cisimler gibiydiler. 
Koca denizin hep kıyısındaydık, denizin gerisi hep boştu. 
Sıradağların üzerinde, kuruması için çalıların üzerine serilmiş ıslak çamaşırlar gibi, bulutlar duruyordu. Uyumak için bahçede her zaman en yumuşak yeri bulan kedi gibi bulutlar da yatmak için hep dağları seçiyordu. Bunun neden böyle olduğunun bilimsel bir açıklaması vardır muhakkak, ama böyle bir açıklama gerekli midir? Oraya yakışmaları, orada güzel görünmeleri yeterli bir neden olamaz mıydı?
Suya, sırt üstü, bir ağaç gövdesi gibi bıraktım kendimi, serinlik iyi geldi, yarım saat yüzüp durdum.  
Açıkta bir sahil muhafaza botu acelesiz yol alıyordu. Başım suyun altında yüzerken, motorlarının sesi homurtu şeklinde kulağıma geldi. İnsanların gürültüsünden hiçbir yerde kurtuluş yok. 
Karşıya bakınca güneşin epeyce alçalmış olduğunu gördüm. Kayalıkların iki karış üstüne kadar inmişti. Bulunduğum yerden her şey – park edilmiş arabalar, motosiklet, yüzmelerini bitirip yavaş adımlarla kayalardan arabalarına yürüyen insanlar – siyah birer siluetti. Alçalmış bu güneşin önünden geçenlerin üst kısmı güneşin içinde kayboluyor, sadece bacakları görünüyordu. Kısacık bir an, güneşten üst kısımları güneş olarak çıkarlar diye bekledim, ama, bir lahza bakılması imkânsız ateş ve parlaklığın içinde kaybolduktan sonra insan olarak çıktılar. İçimin derinliklerinde bir mucize bekliyor olmalıydım: uzaydan bir elin insanlara dokunmasını, olduklarından değişik yapmasını, çirkinlikleri güzelleştirmesini, pislikleri temizlemesini, ruhlarını karanlıktan arıtıp yeni bir başlangıç bağışlamasını...

YORUM EKLE
YORUMLAR
Sarp Ege
Sarp Ege - 3 yıl Önce

"Söylemenin esigindeymis gibi olan ama söylemeyen deniz" harika bir tespit. Güne üstadın yazısı ile günaydın diyerek başlıyorum. Herkese mutlu hafta sonları.

Sadelik
Sadelik - 3 yıl Önce

Onca gürültü patırtı arasında bir elin uzaydan dokunması olmayacak bir hayal ama sizin yazılarınız gerçekten ruha dokunuyor, huzur veriyor...

Ege’de Bir Sahil Kasabası
Ege’de Bir Sahil Kasabası - 3 yıl Önce

Her satırını çok büyük bir keyifle okuduğum enfes bir yazı... Hayatın sıradanlığına yenik düşmeyen; düşleri olan, hayaller kuran, yeni başlangıçlar yapmak isteyen insanlar için mucizeler olmalı...

Trakya’dan
Trakya’dan - 3 yıl Önce

Yazılarınız huzur veriyor, müteşekkirim

Özkan Kılınç /İstanbul
Özkan Kılınç /İstanbul - 3 yıl Önce

Bu güzel yazılar için teşekkürler

Özkan Kılınç /İstanbul
Özkan Kılınç /İstanbul - 3 yıl Önce

Bir fincan kahveyle birlikte harika giden yazılar

faruk ercan
faruk ercan - 3 yıl Önce

Teşekkürler Sn. M.M.

Ruh İkizi
Ruh İkizi - 3 yıl Önce

Üstadım, son cümlenize şapka çıkarıyorum.
Ancak bugün yorumumu, biraz uzun tutmak istiyorum.
Çengelli iğne, yazınızdaki yorumuma; 8 olumsuz yorum aldım. Üzülmedim. Doğrularla aramızdaki mesafeyi düşündüm.
Varsıl semtlerin, lüks binalarının önünde sessiz, suskun insanlar görüldüğünde; haber almak için kapıcıları bulmak gerekir.Şöyle diyeceklerdir:” Hanımı evde yokmuş, tv açık, seks kasetli izliyormuş....”
Yakın zamanda ise şöyle diyeceklerdir:” Kucağında bilgisayar, mahrem sitelerine bakarken...Rahmete kavuşmuş!”
Doğal olarak bunları, çocuklara ve torunlara duyurmamak lazım.
“Horoz, ölür gider, gözü çöplükte kalır,”
Bunu ben söylemiyorum, ata bildiklerimiz söylüyor.

Naci Bulgurlu
Naci Bulgurlu @Ruh İkizi - 3 yıl Önce

Ölmüş olan bir insanın nasıl öldüğü çok da önemli değildir, adli vakalar hariç tabii. Böyle bir durumu yakınlarına duyurmanın bir anlamı yok. Ahlaksızlık mı yapmış peki? Bana göre hayır. Doğal bir ihtiyacını karşılarken vefat etmiş, tuvaletini yaparken de vefat edebilirdi, su içerken de, fıstık yerken de.


banner608

banner473