banner564

Yeniden rejim sorunu

‘’Rejim Sorunu’’ benim 1999 yılında yayımlanan bir kitabımın adıdır. Rejim sorunu ibaresiyle kastettiğim, siyasal sistem ve hükûmet sistemindeki, iktidardaki partiler ve siyasal kadrolarında ve kamu siyasetlerindeki büyüklü-küçüklü değişmelere rağmen Türkiye’nin yerleşik düzeninin Cumhuriyetin başından beri esaslı bir değişikliğe uğramadan devam edegelmiş olmasıdır. Aslında bu düzenin fikrî ve kurumsal temelleri daha önce, İttihat-Terakki döneminde atılmıştır.
Türkiye’nin rejim sorununun özünde şu iki unsur yer almaktadır: (1) Toplumun etnik-kültürel bakımdan türdeş bir ulus (Türk ulusu veya milleti) olarak tasarlanması, (2) Devletin toplum karşısındaki önceliğine ve devlet-toplum hiyerarşisine dayanan anlayış ve uygulama. 
Oysa, her şeyden önce, Türkiye toplumu etnik-kültürel olarak homojen değil, heterojendir. Bu heterojen ve çoğulcu yapıda baskın ento-kültürel topluluklar olarak çoğunluğu oluşturan Türkleri Kürtler izlemektedir. Türkiye’de, bu iki büyük topluluğa ek olarak, daha birçok irili-ufaklı etnik-kültürel grup veya topluluk ta yaşamaktadır. Devletin resmî söylemi, hukuku ve uygulamasıyla Türkiye toplumunun bu kültürel çeşitliliğini yok sayması onu baskıcı olmaya iten ana nedenlerden birini oluşturmaktadır. 
Türkiye’de rejimin baskıcılığını ortaya çıkaran diğer etken, devletin toplum karşısındaki önceliği ve devlet-toplum hiyerarşisidir. Bu hiyerarşiyi doğuran, devletin yurttaşlarını ‘’doğal haklar’’a sahip özgür ve özerk bireyler olarak görmemesi ve bununla tutarlı olarak bütün bir topluma vesayet etme iddiası gütmesidir. Başka bir deyişle, resmî görüş açısından, yurttaşlar topluluğu devletin kurucu özneleri olmaktan ziyade, pasif veya güdülen bir ‘’tebaa’’ oluşturmaktadır. 
Bu nedenle, Türkiye’de kamu gücü kullananların yurttaşlara saygı duymamaları ve onlara eşitleri değil de astlarıymışlar gibi davranmaları hiç te şaşırtıcı değildir. Devlet nominal olarak ‘’Türklerindir’’ (Sünnî Türklerin) ama onları bile ‘’başıboş’’ bırakacak kadar değil. Onun için, devlet nazarında Sünnî Türklerin bile vesayetçi bir seçkinler zümresinin gözetimine ihtiyacı vardır.
Yerleşik düzenin dayandığı bu düşünsel arka planın ideolojik görünümü, hikmet-i hükûmet felsefesiyle pekiştirilmiş bir ideolojik Kemalizmdir. Bu ideolojik bileşim ‘’hikmetinden sual olunamaz’’ olan Türk Devletine çok güçlü bir sorgulanamazlık bahşetmektedir. Bu, Türkiye’de demokrasinin gerçekleşme şansını azaltan temel bir nedendir. ‘’Rejim’’in dokunulmazlığı, sarsılmaz iradesi ve kendi kendine verdiği ‘’ebediyyen var olma’’ garantisi de aynı hikmet-i hükümetçi ve Kemalist ideolojik bagajın tartışılmazlığından beslenmektedir.   
Şu var ki, tarif etmeye çalıştığım bu siyasî anlayış sadece ‘’devlet seçkinleri’’nin kafalarındaki bir tasavvurdan ibaret de değildir. Yürürlüğe konduğu tarihten buyana uğradığı şunca değişikliğe rağmen yürürlükteki anayasal ve hukukî düzen bu anlayışın garantileriyle doludur. Statüko güçlerinin Anayasa’nın ilk dört maddesi ile 66. maddesinin değişmezliği üstündeki ısrarları bunun sembolik bir anlatımıdır.  
Bunları, elbette, insanlara rejimin iyi yönde değişmesi için hiçbir ümidin var olmadığı yolunda bir çaresizliği aşılamak için yazmıyorum. Amacım sadece herkesi gerçekçi olmaya davet etmektir. Aslında, eğer yapılabilirse, “imkânsızı başarmak’’ için bile gerçekçi olmaya ihtiyacımız vardır. Yapabileceklerimizin sınırlarını bilmeden büyük beklentilerle işe koyulmak, en iyi ihtimalle, hayal kırıklığından başka bir şey getirmez. 
Ayrıca, ‘’yapabileceklerimiz’’in sınırı da sadece statükonun -ideolojisiyle ve kendine özgü ‘’hukuku’’yla- tahkim edilmiş olması değildir. Bu işte referansımız demokrasi olduğuna göre, yapacak olan öznenin (‘’halk’’ın) bu yönde demokratik irade göstermeye ne ölçüde hazır olduğu da en az o kadar önemlidir. Hata denebilir ki, demokratik olarak yapabileceklerimizin, yerleşik düzeni demokratik yoldan daha insanî ve medenî yönde dönüştürme çabamızın asıl sınırı budur. 
Bununla beraber, kısa vadede, her iki sınırı da -tümüyle kaldıramasak bile- bir ölçüde gevşetmek için önümüzde potansiyel bir imkân vardır. Bu da Avrupa Birliği’nin ipine yeniden ve sımsıkı sarılmaktır. Yine de, Türkiye’nin rejiminin görünür gelecekte Batılı liberal-demokratik rejim standartlarına ulaşacağını beklemesek iyi olur.  Çünkü, Türkiye’nin ‘’çağdaş uygarlık’’ hedefi ‘’ yaşam tarzı’’ dönüşümüyle sınırlı olup, devlet sistemini kapsamamaktadır. 
Türkiye’nin rejimi halkın ‘’heva ve hevesleri’’ne bırakılamayacak kadar önemlidir.  

YORUM EKLE
YORUMLAR
Mustafa Küçükaslan
Mustafa Küçükaslan - 12 ay Önce

Hocam kalemine sağlık sağlıklı bir hayat dileğiyle yazmaya devam etmenizi rica ediyorum saygılar sunarım

Mehmet Davutoğlu
Mehmet Davutoğlu - 12 ay Önce

Halkımızın %80 ehl-i tahkik değil , bu sebeple doğru neticelere ulaşamıyoruz vesselam.

banner471

banner473