banner564

Zohran Mamdani’nin zenginlik hakkında anlamadığı şey

New York’un sosyalist belediye başkanı Zohran Mamdani seçim kampanyası esnasında ‘’milyarderlere ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum’’ demişti. Mamdani bu görüşünde yalnız değildir. İktisadî popülizmin görünür kısmı -sloganlar, çarpıcı anlatımlar- çok kere yüzeyin altındaki düşünsel aysbergi, yani ölü veya kimisi yaşayan iktisatçılardan miras kalmış fikirleri gizler. Derin kökleri olan böyle bir fikir, kişisel zenginliğin üstünde bir sınırın olması gerektiği inancıdır.

Thomas Piketty bunu ‘’bir bireyin sahip olması uygun olan kaynak miktarına azami bir sınır getirilmesi gerektiği düşüncesi’’ olarak tanımlıyor. Bu düşüncenin en açık sözlü savunucusu, yakınlarda çıkan kitabında (Zenginliğin Sınırlanması: Aşırı Zenginliğe Karşı Tez) zenginliğe kişi başına 10 milyon dolar küresel bir sınır getirilmesini isteyen Ingrid Robeyns’tir.

Fakat bu sınırlamacı görüş eski bir yanlış düşünceye dayanmaktadır: ‘’üretim’’ ile ‘’dağıtım’’ arasındaki hatalı ayrıma. Varsayım şudur: üretim iktisadî güçler aracılığıyla gerçekleşir, dağıtım ise tamamen politiktir, onun için siyaset yapıcılar kimin neyi ne kadar alacağını toplam üretime zarar vermeden yeniden şekillendirebilirler. 

Bu varsayım ekonomiyi sabit bir pasta olarak görmeye götürmektedir. Eğer bir kimse büyük bir dilime sahip ise diğerleri aç kalacaktır. Percy Shelley’nin Kraliçe Mab’de (1813) ifade ettiği gibi: Zenginler yoksulların çalışmasıyla daha zengin olmuşlardır… onlar kendi zenginliklerini işçilerin sefaletiyle artırırlar.’’ Oysa bu sosyalizm altındaki hayatın bir tanımı olabilir ama kapitalist bir sistemde zenginliğin nasıl yaratıldığını yanlış anlamaktadır.’’ 

Kapitalizmde, pastayı büyüterek zenginleşebilirsiniz: ürünler, şirketler, işler ve yenilikler yaratmak sadece kendinize değil milyonlarca başkalarına da fayda sağlar. Bunu ilk defa Fransız sosyolog Gabriel Tarde sezmiş, daha sonra Ludwig von Mises ve Friedrich A. Hayek gibi iktisatçılar tarafından geliştirilmiştir. Tard başlangıçta lüks olan şeylerin sonunda nasıl zaruri ihtiyaç haline geldiklerini fark etmişti. Onun örneği çatal ve kaşıklardı, bunlar bir zamanlar zenginlerin ayrıcalığı iken şimdi her evde bulunmaktadır.  

 For our generation, consider childbirth. Queen Anne had 17 pregnancies, yet none of her children survived to adulthood. Today, even the poorest families in developed countries can expect their children to live. This transformation wasn’t delivered by committees or redistribution. It was driven by the freedom of innovators to experiment, often starting with products only the wealthy could afford.

Bizim neslimiz için, çocuk doğurmayı düşünün. Kraliçe Anne 17 defa hamile kalmıştı ama onun çocuklarının hiçbiri yetişkinliğe ulaşamadı. Bugün, gelişmiş ülkelerdeki en yoksul aileler bile çocuklarının yaşayacağını umabilmektedirler. Bu dönüşüm komisyonlar veya yeniden dağıtım tarafından sağlanmadı. Bunu sağlayan yenilikçilerin -genellikle sadece zenginlerin yararlanabildiği ürünlerle başlayarak, deneme özgürlüğü olmuştur.

As Hayek wrote in The Constitution of Liberty:

Hayek’in Özgürlüğün Anayasası’nda (1960) yazdığı gibi:

Bugün az sayıda kişi yararlandığı ve kitleler tarafından hayal edilemediği için savurganlık veya hatta ziyan etmek olarak görülebilecek olan şey sonunda çoğu kimsenin ulaşabileceği bir hayat tarzını tecrübe etmenin bedelidir.

İşçi Partili politikacı Ali Milani LBC’deki bir tartışmada Reform BK Partisi milletvekili Sarah Pochin’in zengin bireylerin Birleşik Krallığı terk etmeleri hakkındaki endişelerine şu sözlerle cevap vermişti: ‘’Eğer zenginlerin biraz daha fazla vergi ödemelerini sağlarsak bu ülkeyi terk edeceklerini duymaktan bıktım usandım. Siz ve diğerleri Avam Kamarası’nda ayağa kalkabilir ve İngiliz halkına ülkedeki süper zenginler tarafından rehin tutulduğunuzu söyleyebilirsiniz.’’  

Soldaki çoğu kişi için, ülkeden ayrılan zengin bireyler vatanseverlik meselesi olarak görülmektedir: Eğer onlar ülkeyi terk ediyorlarsa, bunun sebebi Britanya’yı sevmemeleridir. Oysa, bu mesele sadakatle değil, müşevviklerle ilgilidir

Sermayenin ülkeyi terk etmesinden kaygılanmak milyarderlerin hayat tarzını savunmakla ilgili değildir. Bu onların gitmesinin daha az iş, daha az yatırım ve daha az inovasyon anlamına geleceğinden endişe etmekle ilgilidir. Bu, zenginler tarafından rehin tutulmak meselesi olmayıp, milyarderlerin ülkede kalarak yatırım yapmaları veya gelecekteki girişimlerini burada başlatmaları halinde hayatları daha iyi olacak olan sıradan insanlarla ilgilidir.

Fakat öyle görünüyor ki Sol büyümeye odaklanmak yerine gitgide vergilendirme yoluyla refaha kavuşabileceğimiz fikrine bağlanmaktadır. New Stateman’ın bu haftaki kapak yazısı bunu açık bir şekilde söylüyor: ‘’Sadece Vergileri Artırın’’ Bu slogandan solcular tatmin duyabilirler, ama bu çalışan insanlara daha iyi bir hayat getirmez. 

Milyarderleri olmayan bir dünya yoksulluğun olmadığı bir dünya değildir; bu dünya Google’ın, Microsoft’un, iPhone’nun ve modern hayatı tanımlayan daha birçok şeyin dünyasıdır. Milyarderlerin finanse ettikleri deneyler -onların yeni teknolojiler üzerine riskli girişimleri- milyonların bir zamanlar lüks olan şeylerden yararlanmalarının yolunu açar.

Mamdani milyarderlerin olmaması gerektiği tezine ‘’sosyalist ülkelerde’’ diye başlasaydı onunla mutabık olurdum. Fidel Castro’nun Küba’sında, lider bileğindeki iki Rolex’le birlikte bir yatta keyif sürerken insanlar açlıktan ölüyordu. Hoş görmememiz gereken milyarderler girişimciler değil bunlardır, Edmund Burke’ün ‘’halkın parasıyla kumar oynayanlar’’ dedikleridir yani.

Gelin açık olalım: Gerçek düşman aşırı zenginlik değil, inatçı yoksulluktur. Yoksullukla da zenginliği cezalandırarak değil, daha fazla zenginlik yaratarak mücadele edebilirsiniz.

(Mani Basharzad, ‘’What Zohran Mamdani Doesn’t Understand about Wealth’’, Sep. 30, 2025, https://fee.org/articles/what-zohran-mamdani-doesnt-understand-about-wealth/)

YORUM EKLE

banner471

banner473