banner564

Roman gibi hayat

Yılın Kadın Girişimci ödülünü alanlardan Serap Derim, hayatını çocuklarının eğitimine, yaşama tutunmasına adamış ve bunu başarmış bir isim

Roman gibi hayat
banner598
Nezire GÜRKAN
Akraba evliliği nedeniyle iki çocuğu da işitme engelli. Yaşamını çocuklarının eğitimine, yaşama tutunmasına adamış ve başarmış da. Şimdilerde çocuklarını eğitmenin gururuyla tüm engellilere hizmet veren tam donanımlı bir rehabilitasyon merkezinin sahibi… Ayakta durmasının, çocuklarının masraflı eğitiminin, rehabilitasyon merkezinin kaynağı ise dikiş atölyesi. Çocuklarının kıyafetlerini dikmekle başlamış, bir tesadüf eseri evinde kurduğu atölye onu bugünlere taşımış. Eşini kaybetmesinin ardından “sudan çıkmış balık” misali bocalamış ama işini sürdürmüş. Biçiyor, dikiyor, diktiriyor. Onlarca kadına da gelir imkânı sağlıyor.
Serap Derim, bu özellikleri nedeniyle bu yılın “kadın girişimci” ödülünü alanlardan. Onur ödülü. İş Kadınları Derneği tarafından geleneksel hale getirilen, kadınlarla ilgili farkındalık yaratan ödüllerden. 
Nitekim, “roman gibi” dedirten cinsten yaşam tecrübesi olan, başka ülkelerde olsa filmlere konu olabilecek bu yaşamı fark etmemizin nedeni bu ödül oldu. Lefkoşa-Gazimağusa anayolu üzerinde, her gün kapısından geçtiğimiz, rüzgâr gülleriyle dikkat çeken “Ela Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi”ni fark etmemiz de…

Akraba evliliği yaptı…
Serap Derim, Abohor/Cihangir doğumlu. 58 yaşında. Bilinenin aksine, akraba evliliklerinin yaygın olduğu bir köy. Hangi gerekçeyle olduğunu o da bilmiyor ama çok yaygın olduğunu anlatıyor bizim hayret ifadelerimiz arasında… Hatta, kadının eğitim almasına, çalışmasına da sempatiyle bakılmayan bir köy olduğunu da ekleyerek…
İtirazlarına, direnmesine, ağlamasına rağmen halasının oğluyla evlendirilmiş. 1974’te nişan, 76’da düğün. 18 yaşında evlendirilmiş yani.
Kısa süre sonra kızı doğar. Çocuk büyüdükçe gariplik olduğunu anlar. Çocuk su içer ama su içtiğini bilmez mesela. Çünkü bilmenin yolu duyma… Ama teknolojinin, tıbbi imkânların henüz gelişmediği zamanlar. Birkaç hekime başvururlar, zille teşhis konmaya çalışılır. O da olmaz. Alıp İngiltere’ye giderler ve çocuğun duymadığına ilişkin teşhis orada konur. 

“Hep özür diledim çocuklarımdan”
Ağlamalarının, suçluluk duygularının o günlerden başladığını anlatır Serap Derim. “Babam ablası ağlamasın diye evlendirdi, ben ağladım hayatım boyunca. Çocuklarımdan hep özür diledim, onlar da hep teselli etti…”
Kalp krizinden 2003’te hayatını kaybeden eşini soruyoruz…
“Babaları çocuklardan benim gibi hiç özür dilemedi ama çok iyi ve fedakâr bir baba oldu. Çocukların eğitimi, bakımı için gece gündüz çalıştı. Aslında istemeden evlendirildim, bu evlilik çocuklarımın özel çocuklar olarak doğmalarına neden oldu ama birbirimizi sevdik…”

Yine de şanslı, çünkü konuşabiliyor
Ama yine de çoğuna göre şanslı; çünkü bugün evli, çocuklu, çalışan, yetişkin bir kadın olan kızı konuşabiliyor. Konuşması için de duyması gerekiyor tabii ki. Özel bir kulaklıkla, kendini eğiterek, büyük oranda duymasını da sağlıyorlar. Su sesi gibi sesleri süzemese de kulaklık, dudak okuma yeteneğinin de katkısıyla yaşamını sürdürebiliyor. 

“Uzak tuttum, utandım”
Kızından 9 yıl sonra dünyaya gelen oğlu da işitme engelli Serap Derim’in. “Kızımın özel durumunun akraba evliliğinden olduğunu biliyorduk ama ikinci çocuğumda da olabileceğini hiç düşünmedik” diyor. 

Oğlan da aynı şekilde, konuşabiliyor ama duymuyor. Fakat onun kız gibi kulaklıkla duyma imkânı da olmuyor ve yapay kulak yapılıyor. Şimdilerde oğlu o yapay kulakla hukuk mezunu ve uçak mühendisliği okuyor.
Anne Serap Derim geçmişten bugüne yolculuk yaparken, “Kızım duymaz diye utanır, kulaklığını saçıyla örterdim insanlar görmesin diye. Oğlumun yapay kulağını örtecek saçı olmadığı için onu uzak tutardım. Sonra bunu yaptığım için kendimden utanır oldum ve çocuklarımla hep gurur duydum” diyerek engelli çocuk ailelerine mesaj verdi.

Yaşamayan bilemez…
Nasıl bir travma diye soruyoruz, anlamaya çalışarak…
“Yaşamayan bilemez. Özel çocukları olan aileleri, ancak aynı durumdaki insanlar anlayabilir. Her bakımdan, maddi-manevi. Çok masraf gerekiyor. Bu çocukların eğitiminin, bakımının bedeli büyük. Devletin verdiği 700-800 TL ile bakım, eğitim mümkün değil. Üstelik çok farklı durumda, çok daha zor özel çocuklar var. Otistik var, spastik var… Bu para bu çocukların bez parası değil.”
“Yorgun musunuz” diyoruz, “Çok” diyor. Yaşam yorgunu… “Saçıma boyayı, elime ojeyi geçtim; komşuya kahveye gitmeye vaktim olmadı…” 

“Yapmam gereken çok iş var…” 
“Çocuklar büyüdü, onlar artık eğitimli yetişkinler. Daha dingin bir hayat mümkün değil mi artık” diyoruz, “Eskisi kadar değil ama daha yapmam gereken çok iş var. Emekli bile olamam” diyor.
Meslek lisesinden mezun olmanın avantajıyla çocuklarının kıyafetlerini dikmekle başladığı, sonrasında hızla gelişen dikiş atölyesi halâ aynı yoğunlukta çalışıyor.
“Kızımın kıyafetlerini ben dikerdim. Bir gün çorap almak için kızımla birlikte Lefkoşa’da Cicibebe’ye gittim. ‘Çocuğunun kıyafeti çok güzel, nerede diktiriyorsun’ diye sordu dükkân sahibi. ‘Ben dikiyorum’ deyince, ‘Bize de diker misin’ dedi. Öyle başladık… Kıyafetler beğenildi, siparişler arttı ve arkası geldi. Evimde başladım, aile bireylerinden yardım aldım talep arttıkça. Daha da artınca köydeki kadınlara parça parça dağıtmaya başladım. Evin bir bölümünü atölyeye dönüştürdüm.”
“İrfan Nadir usulü” diye nitelediği parça dağıtma yöntemiyle dikiş işini halâ sürdürüyor. Yani biçip, kesip evlerde kadınlara iş yaptırma… Özellikle çocuk kıyafetleri, üniformalar. Okulların 23 Nisan, 19 Mayıs kıyafetleri, izci üniformaları. Bazı belediyelerin, Süt Kurumu’nun iş kıyafetleri. Önder Alış Veriş Merkezi’nin tüm dikişleri. Hatta sınırları aşarak Türkiye’ye, Güney Kıbrıs’a da çocuk kıyafetleri dikmiş yıllarca, özellikle çocuk gelinlikleri. 

“Ayaklarınızın üzerinde durun”
İşini tam geliştirmişken 2000’li yıllardaki ekonomik krizden büyük darbe yer. Bunu daha güçlüsü izler, 2003’te eşini kalp krizinden kaybeder. Daha 40’lı yaşlarda, sürekli bakım ve ilgi gerektiren iki çocukla, köy yerinde bir başına kalır.
“Bütün iş bağlantılarını eşim yürütüyordu. Onu aniden kaybedince sudan çıkmış balık gibi oldum. Ne alınacak, ne verilecek, nerelerle temasımız var; hiçbir bilgim yoktu. Onun ötesinde araba kullanmayı bilmiyordum. O güne kadar bakkaldan ekmek, süt almamıştım. İki çocukla kalakaldım, korktum…”
Önce atölyeyi kapatmaya karar vermiş. Ancak cenazenin kaldırıldığı gün yaşadığı bir olay “çocuklarını kimseye muhtaç etmeyeceğine” dair kararlılığını geliştirmiş. Ve ailesinin, hatta çocuklarının desteğiyle işini sürdürmeye karar vermiş. Türkiye’de hekimlik yapan ağabeyi iş bağlantılarını sürdürmesine yardımcı olmuş, kızı araba kullanmasına öncülük yapmış… Ve arkası gelmiş.

Tam donanımlı merkez
Bugün atölyesinde biçip, dikmeye; onlarca eve iş vermeye devam ediyor. “Yoruldum ama çocuklarımın bana, mali desteğe ihtiyacı var” diyor. Çünkü damadın öncülüğünde çalışan Ela Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, tamamen kendi yatırımları. Aile arazisi üzerine, kendi sermayeleriyle kurdukları bir merkez. Terapi havuzundan spor ve müzik odasına; diş fırçalama, çamaşır serme gibi günlük yaşam becerilerinin öğretildiği bölümden restoranına kadar tam donanımlı. 20 civarında genç uzmanla 100 civarında engelli veya özel çocuğa hizmet veren, herkese açık, sadece KKTC’de değil adada ilk özelliği taşıyan bir merkez.

“Vicdan rahatlatmayla olmaz…”
Son söz?
“Ben özel iki çocuk sahibiyim. Bunun ne demek olduğunu ancak yaşayan bilir. Üstelik ben birçoklarına göre avantajlıyım, şanslıyım. Çocuğunun baba demesi, el çırpabilmesi için her şeyini feda edebilecek çok anne baba tanıdım. Merkezimize gelen onlarca çocuk, aile var. Şimdilerde daha çok imkân ve daha çok bilinç olmasına rağmen bu çocuklara, ailelerine devlet ilgili olmalı. Sadece açıklamalarla, vicdan rahatlatmayla olmaz. Ben hayatım boyunca özürlüler, engelliler ile ilgili günlerden, törenlerden hep nefret ettim. Çünkü hepsi şov…”

Güncelleme Tarihi: 02 Ocak 2017, 09:03
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner473