Diyalog Gazetesi
2015-01-30 09:06:26

Kaybetmek yok

30 Ocak 2015, 09:06

Kaybetmek diye bir şey yok. Başaramamak diye, başarısızlık diye bir şey yok. En azından yenilgiyi kabul etmeyenler için.
Çünkü kaybedenler, yenilgiyi kabul edenlerdir. 
Hızlı ve sert bir giriş oldu galiba. Ama öyle bir yerde ve öyle şartlardayım ki, bu cümleler döküldü aniden kalemimin ucundan.
Bir otel dolusu insan; taşanlar yan taraftaki diğer bir otele taşınmış. Her yer tıklım tıklım dolu. İnsan seli var otelin içinde. Merdivenlerden, koridorlardan akıyorlar resmen. Ama hiçbiri tatil için gelmemiş belli. O kadar bir kalabalık ki, birbirine çarpınca bile umursamıyor kimse. 
Gözlerde sürekli bir arayış, yüzlerde garip bir tedirginlik, bazılarında ise gerginlik. Kiminin yüzünde gülücükler açıyor birden, alkışlar, sevinç naraları...Kimininse yüzündeki üzüntü daha da artıyor. Mutsuz ve perişan...
Merak ettiniz değil mi nerededir bu adam diye!
Bir satranç turnuvasının tam ortasındayım. Şehir Antalya. Tatil için biçilmiş bir kaftan. Mekan süper bir tatil köyü. Sağımız deniz, solumuz yemyeşil bir cennet ve bizler; ortada sıkışıp kalmış 2000 den fazla insan...
Acaba tatil mi yapalım, yoksa turnuvaya mı odaklanalım?
Turlar yavaş yavaş geçiliyor. Herkes heyecan dolu, herkes ayakta... Hadi çocuğum çıksın. Bu yetmiyormuş gibi bir de kazanarak çıksın. Sonra merdivenlerde bir çocuk ağlıyor. Maçı bitmiş, kaybetmiş. Az önceki bekleyiş hüzünle son buluyor. Aile üzgün, çocuk üzgün. Turdan sonra gelecek öğle yemeği zehir oluyor. Otelin her yerinden yemek akıyor. İçimizden yemek geliyor mu?
Ne zannettiniz? Tabii ki geliyor. Tam burada mideler devreye giriyor. Kısa da sürse tatil başlıyor. Yine bir kargaşa. Herkes yemek peşinde. Üç tane yer açılmış yemek için. En altta mangal partisi, fast food. Bir üstte türlü türlü yemekler... Yenilginin acısı biraz diniyor. Yeme-içme bitince yine aynı gerginlik.
Bir tur daha var, yüzler yine asıldı. Anne- babalar antrenörler gibi. Son taktikleri veriyorlar çocuklarına. Merdivenlerde ayrılık. Gonk zili ve yine bekleyiş...
Böyle bir ortamın içinden düşünüyorum şimdi:
Ne yapıyoruz biz?
Kaybetmek diye bir şey yok ki!
Kayıp diye nitelendirdiğimiz her şey aslında birer tecrübe değil mi? Yaptığımız her hata, onu bir daha yapmamak için değil mi? Önemli olan yanlışlarımızdan ders almak değil mi?
Hata yapıyorsan hala bir şeyler öğreniyorsun demektir. Hata yapmıyorsan ya her şeyi tam olarak öğrenmişsin, ki bu hiçbir zaman mümkün değil, ya da hiçbir şey yapmıyorsun demektir.
Peki böyle bir durum karşısında ne yapmalı? 
Öncelikle kazanacağına inanmalı ya da inandırmalı kendini. Kaybedilenleri de kazanılmış bir tecrübe olarak hesabına yazmalı. Çünkü başarısızlık anında uğranılan inanç kaybı, bir sonraki başarı ihtimalinin düşmesine sebep olur. 
İnanca ihtiyacımız var. Kendimize güvenmeye, kendimizi motive etmeye ihtiyacımız var. Arkadaşımızın başarılı olmasını isterken ona " Hadi başarabilirsin!" derken kendimizi de gaza getirmeye ihtiyacımız var.
Peki ya ben? Ben ne yapıyorum dersiniz? Bende de biraz heyecan var ama dönüp manzaraya da bakabiliyorum. Ben de o insan selinin içindeyim ama dışına çıkıp kahvemi de içebiliyorum. Bazen ben de geriliyorum ama kayıp diye tabir edilen olayları kazanca çevirmeye çalışıyorum.
"Keşke şu an Antalya'da olabilseydim" diyenler için hava yağmurlu ama güneş denizin üstünde pırıl pırıl parlıyor. Bazen içimizi üşüten bir rüzgar esiyor ama otelin içinde sıcak bir ortam var. Camdan bir duvar var arada. Dışarıda yaprakları savuran bir rüzgar, içeride sıcacık bir fincan çay. Dışarıda tel tel dökülen yağmur, içeride her köşede yeme-içme.
Yazımı sonlandırmadan önce haber spikerlerinin sunduğu haberi bitirirken kullandığı bir replik aklıma geldi. 
"Antalya'da yağmur ara ara yağarken, bazen güneş yüzünü gösteriyor. Bu arada pazar günü start alan turnuvada yavaş yavaş sona geliniyor. Belki de siz bu yazıyı okurken son tur maçları oynanıyor olacak.
Diyalog Haber , Antalya..."
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.