banner564

Rumlarda ‘milim gerileme’ yok

Cenevre müzakerelerini değerlendiren Sözcü Barış Burcu “Hayatımın en büyük hayal kırıklığını yaşadım” dedi

Rumlarda ‘milim gerileme’ yok
banner598
İsviçre’de Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis’in katılımıyla yapılan ikinci tur görüşmelerinin ileriye götürülememesi hayal kırıklığı yarattı.
Görüşmenin ardından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu yaptığı açıklamasında 42 yıldır barış için mücadele veren bir kişi olduğunu belirterek, “Hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşadım” dedi.
 Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın çözüm yolunu açmak için büyük mücadele verdiğini, elinden geleni yaptığını, kendisinin de gelinen aşamada mutlu haber verememenin üzüntüsü içerisinde olduğunu söyledi.
Kıbrıs Türk tarafının 11 Kasım'da Kıbrıs Rum talebi üzerine görüşmelere bir haftalık ara verilmesine, barış sürecine katkı koyması umuduyla razı olduğunu belirten Burcu, ancak bu bir haftalık sürecin doğru bir şekilde kullanılmadığına tanık olduklarını, ikinci tur görüşmelerde bunun işaretini de gördüklerini söyledi.
Kıbrıs Rum tarafının toprak konusunu bitirme, diğer taraftan da Kıbrıs Türk tarafının da beklentisi bulunan diğer dört başlık altında kalan konuların da güvenlik ve garantilerin ele alınacağı son aşamaya bırakılması düşüncesinde olduğunu söyleyen Burcu, tıkanıklığın nedeninin, “Kıbrıs Rum tarafının dönüşümlü başkanlığı bile beşli konferansta bir pazarlık konusu olarak cebinde tutma“ ve toprak konusunda “yüksek bir pazarlık marjıyla Kıbrıs Türk tarafının karşısında durma” tutumu olduğunu söyledi.

Sözcü Barış Burcu açıklamasında şunları ifade etti:
“Çok uzun, zor ve yorucu bir gün yaşadık. Gecenin bu saatinde, bunca yorgunluktan sonra gerek Cumhurbaşkanımız adına, gerek kendi adıma size daha mutlu haberler vermek isterdim. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımız bizi çözüme götürecek olan son aşamaya hazırlayan bu toplantılarda elinden geleni yaparak çözüm yolunu aşmak için büyük mücadeleler verdi. Bende 60 yaşında bir insanım, ömrümün 42 yılını barış mücadelesine adamış bir insan olarak bu mutlu haberi sizinle paylaşamamaktan duyduğum üzüntüyü anlamanızı isterim. Neden böyle oldu? Bu süreci nasıl yaşadık? Kısaca bir paylaşımda bulunmak isterim sizlere... Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanımız adaya döndükten sonra geniş açıklamalarda bulunacak. Bütün bir toplum olarak yeni durumu değerlendireceğiz. Fakat bu sürece nasıl geldiğimizin kısa bir analizini yapmamız gerekiyor diye düşünürüm. 

Her şeye hazır olarak geldik…
Şimdi Kasım’ın 7’sinde başlayan Mont Pelerin görüşmelerinde biz Kıbrıs Türk tarafı olarak bütün ciddiyetimizle, iyi niyetimizle ve hazırlığımızla hem politik seviyede, hem felsefi seviyede, hem de teknik seviyede her şeye hazır olarak geldik ve her şeyimizle bu sürecin bizi son aşamaya taşıması için elimizden gelen çabayı gösterdik. Maalesef daha önce de paylaştığımız gibi bizim bu konudaki ilerlememizin sür git olamayacağı bir yerden sonra duracağımız hesabı üzerinden yanlış hesapla, yanlış hesabında Bağdat’tan döneceği gerçeğini bilmeden maalesef muhataplarımız Kıbrıs Rum tarafı yeterli bir hazırlıkla gelmemişlerdir. Yeterli bir politik, felsefi ve teknik hazırlıkları yoktu. Sayın Cumhurbaşkanımızın cesaretle ve dirayetle ortaya koyduğu açılımdan sonra bir hafta ara istediler biz de bu bir hafta arayı kendilerine tanıdık. Bu bir hafta aranın barış sürecine katkı koymak için kullanılması umuduyla bu bir hafta arayı tanıdık. Umudumuz ve beklentimiz o yöndeydi. Maalesef bu bir haftalık sürenin o şekilde kullanılmadığına tanık olduk. Nitekim ikinci etap görüşmelerde bunun ilk işaretlerini aldık. 

Yunanistan’ın açıklamaları etkili oldu
Bu bir haftalık zaman içerisinde Yunanistan’ın ‘eğer garantiler iptal edilmezse, Türk askerlerinin adadan çıkacağı takvim de belli olmazsa, ben çoklu zirveye veya bizim değişimizle 5’li konferansa katılmayacağım’ açıklamalarını sıkça okudunuz. Ve bu adeta sonucu toplantıya gitmeden elde etme taktiği olarak önümüze atıldı. Buna bizim sessiz kalmamız mümkün değildi. Ve ilk aşamada Mont Pelerin’e neden geldiğimizi, niçin çalıştığımızı, anımsatmak istedik. Bütün bu çalışmanın amacı son aşamaya gitmek değil mi? Son aşamaya gelecek olan tarafların kim olduğu belli değil mi? Peki Yunanistan’ın böyle bir aşamada, böyle bir çalışma içerisinde, böyle bir talep ortaya koşmasının mantığı var mı? İlerleyebilmemiz ve önümüzü görebilmemiz için ve birbirimize yardım edebilmemiz için, motive olabilmemiz için bu tereddüdün ortadan kalkması gerekiyor dedik, BM’de bunu makul aldı, makul karşıladı ve bu tereddüdün giderilmesi için dün bütün gün, hatta bugün onlarca saat mesai yapıldı. Bu amaçla ilgili yolumuzu görebilelim diye ve en sonunda Yunanistan’ın hiçbir ön şart koşmadan bu zirveye katılacağı yönünde bize bilgiler aktarıldı. Fakat bu bilgiler aktarılıncaya kadar harcanan çaba, efor, girişim kayboldu bu zirve için. Bunu da söyleyelim. Şimdi bu sağlandıktan sonra ve öncesinde çeşitli düzeylerde biz çalışmalarımıza devam ettik. 

“Akıncı’nın açıklamaları takdirle karşılanmıştı…”
Şimdi arkadaşlar hatırlasınız, ilk Mont Pelerin zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu açılım hem BM tarafından, hem Kıbrıs sorununun çözümüne ilgili duyan bütün kesimler tarafından hatta Rum kamuoyu tarafından takdirle karşılanmıştı. Yani Sayın Cumhurbaşkanımız altını çiziyorum, kriterlerin en önemlisi olan ‘toprak oranı’ konusunda çok makul, çok yardımcı olacak bir oranı büyük bir politik cesaret ve dirayetle ortaya koydu.

12 yıl sonra 90 bin talebi hangi vicdana sığar…
Bunun ortaya konamayacağı beklentisinde olan muhataplarımız buna karşılık veremediğinden ara alınmıştı. Peki buna karşılık biz diğer iki kriterde de muhataplarımızın daha makul bir yaklaşımla bize yanaşmalarını beklerken, ikinci kriter olan, geriye dönecek olan ki Rum göçmen sayısıydı ikinci kriter bunu hatırlatmak isterim, sayısı hakkında son derece maksimalist taleplerle geldiler ve neredeyse bilim kımıldamadan orada durdular. Tabi ki bu bizim için kabul edilemez bir şeydir. 90 binli rakamların içerisinde talep koşmak, Annan Planı’ndan 12 yıl sonra bu talebi koşmak hangi makuliyete ve hangi vicdana sığar? Allah herkese uzun ömürler versin, herkes sağlık içinde uzun yaşasın ama doğanın tabiatın acı bir gerçeği var.  İnsanoğlunun da ömrü sınırlıdır ve belli bir zamandan sonra göçüp gider. Bu gerçeklik esasından Annan Planı’ndan sonra geçen 12 yılı da hesaba kattığımızda Annan Planı’ndan kalan insanların sayısıyla bugünkü insanların sayısı arasında büyük bir fark vardır. Aynı tip bir orantılama ile bunu daha makul bir seviyeye çekip, bunu oradan nasıl bizi ileriye taşırız diye ortak bir mevzi olarak kullanmamız gerekiyordu.  
Nerdeyse onun da üstüne çıkıp yüksekten bir parametre açıp ‘bu benim son sözümdür’ diyerek masaya koyup, bunları da tartışmayacağını söyleyip kendini sabitleyen bir Kıbrıs Rum tarafına karşı biz makul ölçüler içinde her türlü esnekliği göstererek, bu ikinci sorunu da bir öncesinde olduğu gibi aşmaya çalıştık. 

Çözüm tek taraflı olmaz…
Ama dediğim gibi, kımıldama olmayacaksa, eğer makuliyete birlikte yanaşamayacaksak, bunu nasıl üreteceğiz? Çözüm dediğimiz şey, barış dediğimiz şey tek taraflı yapılabilecek bir şey değil. Buna giden yolda yapılan her türlü çaba da aynı felsefe içinde değerlendirilmelidir. Barış süreci için yapılan çabada da karşılıklılık esastır. Biz bunu maalesef göremedik, maksimalist bir tutum gördük. Ya o, ya bu. Bu şekilde müzakere edilemez. Bu şekilde 50 yıldır çözülememiş bir Kıbrıs sorunu işleriyle taşınamaz. 

“Anlamakta güçlük çekiyorum…”
Şimdi arkadaşlar bunu neden yapıyorlar, hangi etik teamüle uygundur bu bunu anlamakta da ben güçlük çekiyorum. Tıpkı güvenlik ve garantilerde olduğu gibi, tıpkı Yunanistan’ın beşli konferansta görüşmeden oraya gitmeden sonucu elde etme çabası gibi toprağın kriterlerinde de sanki toprak konusu tümden ceplerinde olacakmış gibi bir anlayışla geldiler. Oysa uzlaşımız ve görüşmemizin mantığı bu değildi. Üç tane kriter üzerinde anlaşacaktık ki bu kriterlerde fix sayılar olmayabilirdi belli aralıklardı uzlaşacağımız şeyler gibi ve uzlaşılara uygun olarak taraflar haritalarını çizip BM’ye verecekti, BM’de kendi teknik ekipleriyle birlikte varılan uzlaşıya uygun bir harita sunuldu mu, sunulmadı mı bunu test edecekti ve bunu doğruladığı anla birlikte eş zamanlı 5’li konferansın tarihi açıklanacaktı ve harita konusu ve toprak konusu 5’li konferansta son şeklini alacaktı. 

A’dan Z’ye bitirmek için gelmedik…
Yani biz Mont Pelerin’e toprağı A’dan Z’ye bitirme anlayışıyla gelmedik, uzlaşı da bu değildi zaten. BM’nin de, kendilerinin de  anlayışı da o değildi. Ve hala anlayışlarının bu olmadığını söylüyorlar ama bunu söylerken tıpkı Yunanistan’ın yaptığı gibi onu peşin cebe koyabilecek yüksek marjinli kritlerde ısrar ediyorlar. Yani bu şu demektir, toprağı gelin bitirelim çünkü toprak bizim alacağımız şeydir, diğer 4 başlık altında kalan ve bizim beklenti içinde olduğumuz, neden bugüne kadar da çözülmediğini anlamakta güçlük çektiğimiz bazı konular da son aşamaya taşınsın.  Güvenlik ve garantilerle birlikte onları da tartışırız mantığıyla karşımızda duran bir Kıbrıs Rum tarafı bulduk. Bu adil değil arkadaşlar, doğru da değil. 

Eşitlik en tepeden aşağıya kadar hissedilmeli
Eğer eşitlikçi bir federal Kıbrıs kuracaksak bu eşitliğin bütün hissiyatı piramidin en üst tepesinden en alt tepesine kadar hissedilmelidir. Buna bahsettiğim eşitlik, mutlak nicel eşitlik değildir, nitel eşitlikten bahsediyorum. Siyasi eşitlikten bahsediyorum. Bu kadar haklı bir donede dönüşümlü başkanlığı bile hala daha en son 5’li konferansta bir pazarlık kozu olarak bile bile cebinde tutan Kıbrıs Rum tarafının iş toprağa gelince anlaşma olmamasına rağmen ki bitirilecekti Mont Pelerin’de, Mont Pelerin’de adeta bitirmek üzere yüksek bir pazarlık marjini ile karşımızda ısrarla durmasıdır. Tıkanıklığın nedeni budur. 
Hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından bir tanesini yaşadım. Benden fazla acaba bu barışı kim ister diye de düşündüm. Sayın Cumhurbaşkanımızdan başka bu barışı kim isterdi diye düşündüm ve yapılanlara, yaşananlara baktım. Eğer Cumhurbaşkanımızın, müzakerecimizin eve ekibimizin bir bütün olarak çözüme yönelik olarak koyduğu performansın, iradenin, yarısını ortaya koymuş olsalardı, bu akşam başka şeyler konuşuyor olabilirdik. 

“Teklifimiz yüzde 29.2 idi…”
Teklifimiz yüzde 29.2’ydi. Müzakerelerde yer ve köy isimleri ile harita aşamasına gelmedik. Biz müzakerelerin ancak en son aşamasında bizi sonuca götürecek aşamada bunları tartışacağımızı söyledik. Bu anlayışımıza ortak kıldık. Ama bu anlayışımızın aksine her şeyi burada bitirecek şekilde ketum bir duruşla, yüksek beklentilerle ve maksimalist taleplerle çakılı durdular karşımızda bu yüzden ilerleyemedik. İlerleyebilseydik köy isimlerini, kasaba isimlerini önceden vermemiz gerekiyordu.  

Foto:BARIŞ BURCU

Güncelleme Tarihi: 23 Kasım 2016, 08:55
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner474