banner564

Kredi faizlerinin yüksek olmasının tek sorumlusu bankalar değildir (4)

Prof. Dr. Mete FERİDUN Eski Bank of England (İngiltere Merkez Bankası) uzmanı

Kredi faizlerinin yüksek olmasının tek sorumlusu bankalar değildir (4)
banner598

Ülkemizde ise bankalar bunların yanı sıra, siyasi belirsizlik; memur maaşlarının ödenip ödenemeyeceği; Türkiye’den mali destek sağlanıp sağlanamayacağı ve Kıbrıs sorununa nasıl bir çözüm bulunacağı gibi birçok farklı sosyo-ekonomik faktörü de dikkate almak durumundadır. Kuşkusuz, bu fiyatlanması mümkün olmayan faktörlerin yanı sıra, kredilerin fiyatlanmasına önemli rol oynayan tasarruf mevduatı sigorta primi, yasal sermaye yükümlülükleri, yasal karşılıklar ve disponibilite gibi rakamsal olarak ölçülmesi mümkün olan faktörler de hesaba katılmaktadır. Neticede, kendi para politikası olmayan, hem döviz kurlarının, hem de enflasyonun eksojen bir şekilde belirlendiği bir ülkede, bir de küçük bir toplum olmamızın kaçınılmaz bir sonucu olan banka yöneticileri, siyasetçiler ve işadamları arasındaki çapraz ilişkiler de göz önünde bulundurulduğu zaman, ülkemizde bankacılık yapmanın, matematiksel olarak ölçülmesi, modellenmesi ve fiyatlanması mümkün olmayan bir takım riskleri, dinamikleri ve kişisel ilişkileri yönetmek anlamına geldiği görülmektedir.
Görüldüğü gibi, ülkemizde bankaların görevi, vatandaşların kendilerine emanet etmiş oldukları birikimlerini, yarın ne olacağını kimsenin tahmin edemeyeceği bir ülkede uzun vadeli kredilere dönüştürmeleri ve bu süreçte sayısız finansal ve finansal olmayan riskleri ve dinamikleri doğru şekilde yönetmeleridir. Bu risklerin yönetilmesi sürecinde kredi faizlerinin ihtiyatlı bir düzeyde belirlenmesi ve gerekli düzeyde risk primi içermeleri büyük önem taşımaktadır.
Söz konusu risk primleri, bir bakıma, bankaların muhtemel kredi zararlarını sigortalamaktadır. Bu sigorta primlerinin olması gereken seviyenin altında belirlenmesi, bankacılık sektörünü kırılgan bir hale getirecektir. Bankaların kredi faizlerini düşürmeleri ve daha çok kredi kullandırmaları gerektiğine ilişkin değerlendirmeler yaparken dünyadaki birçok bankacılık krizinin bankaların ihtiyatsız davranarak kolay ve düşük faizli kredi kullandırdıkları bir sürecin hemen ardından ortaya çıkmış olduğu da unutulmamalıdır.
Bana göre, taşınmaz malların yasal statüsünden, memur maaşlarının ödenmesine kadar hemen hemen bütün temel ekonomik dinamiklere ilişkin sürekli olarak bir belirsizliğin hakim olduğu bir ülkede, kredilerin ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlanması ve bankaların bu ağır sorumluluğu taşımalarının karşılığında belirli bir maddi getiri elde etmeleri makul karşılanmalıdır. Ancak, bunlar kaçınılmaz olarak kredi faizlerinin yükselmesine yol açan faktörler olarak karşımıza çıkmakta ve doğal olarak bankacılık sektörüne yönelik olumsuz görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Kredi faizlerine bu perspektiften bakıldığı zaman dikkat çeken konu şudur; ülkemizde vatandaşlar mevduatlarını bankalara emanet ederken mümkün olduğunca yüksek faiz getirisi sağlamayı beklerken, kendilerine bu imkanı sağlamakta ve birikimlerini likit bir şekilde güvende tutmakta olan bankaların, kredi kullandırırken belli bir getiri elde etmesini ise olumsuz değerlendirebilmektedir.
Oysa ki, bu süreçte banka yöneticilerinin üstlenmiş olduğu risk, maliyet, sorumluluk ve stress seviyesi, ayni sürede ayni bankadaki mevduatları üzerinden güvenli bir şekilde faiz getirisi sağlayabilen müşterilerinin durumuyla mukayese edilemeyecek derecede yüksektir. Bana göre, bu perspektiften bakılacak olursa, mevduat faizleri ile bankaların kar marjlarını karşılaştırdığımız zaman ortada adaletsiz bir durum olup olmadığı tartışmaya açıktır.
Dolayısıyla, önemli olan konu bankaların üstlenmiş oldukları riskleri ve maliyetleri mevduat ve kredi faizlerine ne derece gerçekçi ve adil bir şekilde yansıtıp yansıtmadıkları yani, bu ürünleri doğru ve insaflı bir şekilde fiyatlayıp fiyatlamadıklarıdır. Sağlıklı çalışan kredi ve mevduat piyasalarında bunun cevabını arz ve talep dengesi vermektedir. Ancak, görüldüğü gibi, KKTC gibi söz konusu piyasaların sağlıklı bir şekilde işlediğine güven duyulmayan ülkelerde bir takım farklı değerlendirmeler gündeme gelebilmektedir.
Dolayısıyla, benim görüşüm kredi faizlerinin yüksek olmasının sisteme olan güveni sarsacağı değil, tam tersine sisteme olan güvensizliğin faizlerin yüksek belirlenmesine yol açabileceğidir. Bu nedenle, bana göre devlete düşen görev piyasanın doğru şekilde faaliyet göstermesini sağlayacak tedbirleri almak ve gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmektir.
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere ülkemizde kredi faizlerinin yüksek olması belirli bir kesimin bankacılık sistemine olan güvenini sarsmaktadır. Ancak, ülkemize özgü sayısız risk faktörleri göz önünde bulundurulduğu zaman, bu durumu kredi faizlerinin ihtiyatlı ve yüksek bir noktada olması şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu açıdan değerlendirildiği zaman, yüksek kredi faizlerin aslında bankacılık sistemini korumakta olduğu ve sisteme olan güveni güçlendirmesi gerektiği de iddia edilebilmektedir.
Kuşkusuz bu konuda herkesin kendine göre bir yorumu olacaktır. Eski bir bankacılık regülatörü olarak kendi tecrübeme dayanarak kısa bir örnek verecek olursam, Birleşik Krallık’ta Brexit referandumu öncesi ve sonrası dönemde görev almış olduğum Bank of England (Prudential Regulation Authority) ve Financial Conduct Authority’deki denetim ve gözetim faaliyetlerimiz çerçevesinde bankalarla gerçekleştirmiş olduğumuz toplantılarda gündeme getirdiğimiz en öncelikli konulardan biri de bankaların bu belirsizliklerle dolu süreçte kredilerini yeterince ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlayıp fiyatlamadıklarıydı.
Çünkü, risk priminin doğru şekilde hesaplanması, bankacılığın en temel prensiplerinden biri olarak kabul edilmektedir ve bu prensip özellikle bilinmezliklerin arttığı dönemlerde daha da önem kazanmaktadır. Dolayısıyla, benim görüşüme göre, dünyada bilinmezliğin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan KKTC’de bankaların kredi risklerini ihtiyatlı bir düzeyde fiyatlaması şarttır.
Sonuç olarak, yapılması gereken en doğru şey ülkemizdeki kredi ve mevduat faizleri arasındaki farkın büyük ölçüde ülkedeki yapısal eksikliklerden, ekonomik istikrarsızlıktan ve siyasi sorunlardan kaynaklandığını kabul ederek, bu sıkıntıları giderici uzun vadeli politikalar üretmek, bankaların siyasi müdahaleler olmaksızın adil rekabet koşullarında faaliyet göstermesini sağlamak ve gerisini piyasa dinamiklerine bırakmak olacaktır. Bana göre, sisteme olan güveni sağlamanın en temel şartı bunlardır. (Bitti) 

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner473