banner564

Sarsıntı yaratabilir

Ferdi Sabit Soyer “1974'ten 44 yıl sonra, 1983'ten 35 yıl sonra, hala bu topraklarda bir halk olamadık” dedi ve ırkçı yaklaşımları eleştirdi

Sarsıntı yaratabilir
banner598

 Çiğdem AYDIN-Pelin YÜKSELAY

   KKTC’nin eski Başbakanlarından, deneyimli siyasetçi Ferdi Sabit Soyer, KKTC’nin ilanı öncesi ve sonrasındaki gelişmelere ışık tutan açıklamalar yaptı.
   “1974'ten 44 yıl sonra, 1983'ten 35 yıl sonra, hala bu topraklarda bir halk olamadık” diyen Soyer, alt kimliklerle ve dini inançlar üzerinden ciddi sarsıntıların yaşanabileceği uyarısında bulundu.
   Soyer, Diyalog’un sorularını şöyle yanıtladı: 
Soru : Aradan geçen 35 yılda KKTC gelmesi gereken yere gelebildi mi? 
Soyer: Kıbrıs Türk Toplumu kendi kendini yönetme ve adada siyasi eşit toplum olarak varlığını sürdürme devinimi içinde devlet geleneğine her tarihsel dönemin özelliği içinde sahip oldu. Osmanlıda egemen toplum olma konumunu, İngiliz Sömürge yönetimi döneminde kaybetti. Ancak bu dönemde de İngiliz Sömürge Yönetiminin devlet geleneği içinde toplumsal varlığını sürdürdü. Kendi kendini yönetme araçlarına sahip olmaya çalıştı. Kavanin Meclisinden  tutun, Evkafın Kıbrıs Türk Toplumuna devredilmesi meselesine kadar hep bu arayış içinde olundu.
İlk kez 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Kuruluşu ile birlikte, Kıbrıs Türk Toplumu  hem dünya siyasal sahnesinde adanın egemen iki toplumundan biri olarak siyasi eşitlik içinde yer aldı hem  de  kültürel ve dini konular temelinde Cemaat Meclisi çatısı altında kendine ait Anayasal ve evrensel kabul gören  konumu elde etti. 
Böylece ada çapında KC Anayasasında yer alan fonksiyonel federatif düzenlemeler çerçevesinde Kıbrıs Rum Toplumu ile siyasi eşitlik olgusu temelinde adanın egemenliğinin ortağı oldu. Hem de  Anayasal ve evrensel kabul gören  bu düzenlemelerle  ile Cemaat Meclisi Temelinde  demokratik bir zeminde ada Bütününde  ve kendisi ile ilgili konularda kendi kendini yönetme hakkına  ulaştı. Bu  çok önemli yeni bir birikimin başlangıcı idi.
Ancak 1960'ta oluşan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetini ne Kıbrıslı Rumlar, ne de Kıbrıslı Türkler içselleştirdi. Bu nedenle 1964 darbesi çerçevesinde iki Toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti tek toplumun gaspına uğradı.
 Bunu kolaylaştıran faktörlerden biri de o dönemki Kıbrıs Türk Siyasi elitlerinin “ Kıbrıs Cumhuriyeti öldü ve gömüldü “ yaklaşımı nedeni ile bu oluşma karşı soğuk durması da bu gaspı kolaylaştırdı. 
Oluşan toplumlararası çatışma ortamı içinde Kıbrıslı Türkler, adanın ilçe merkezlerinin bir küçük bölümünde bir nevi gettolara toplandılar. Bu gettolarda Kıbrıs Cumhuriyetine paralel bir devlet prototipi oluşturdular. 
Süreç içinde adına Kıbrıs Türk Yönetimi denilen bu devlet prototipinin Başkanlığını, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkan Muavinliği ile birleştirdiler. Böylece bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti ile hukuki ve siyasi bağı ifade ettiler, öte taraftan da sıkıştıkları gettolarda Kıbrıs Türk Yönetimi vasıtası ile kendi  kendilerini yönetmeye çalıştılar. 
Kıbrıs Türk Yönetimin Başkanı; Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini de olan, önce  rahmetli DR Fazıl Küçük, 1973 seçimleri ile de rahmetli Rauf Raif Denktaş oldu. Başkan, hükümeti atardı. Yani   Bakanlar Kurulu da vardı. 
Ayni zamanda Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi de oluşmuştu. Bu Meclis ise 1960'da seçilen Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi ve Cemaat Meclisi’nin seçilmiş üyeleri tarafında oluşturuldu.
Bu Yönetim çatısı altında ayrı;  mahkemeler, polis teşkilatı ve Mücahit Ordusu çerçevesinde ordu da vardı. Ayrı kamu görevlileri vardı. Ayrı telekomünikasyon ve radyo istasyonları.  Kimi yerde, ayrı sürüş ehliyeti, harç, vergi ve benzeri devlet fonksiyonları yerine gelirken, eğitim ve sağlık gibi alanlarda imkanlar ölçüsünde önemli bir ayrı yapı oluşmuştu.
Kısacası devlet prototipi 1964’ten 1974'e kadar var oldu. 
Bu yapı, 1974 sonrası oluşturulan Otonom Türk Yönetimi ve 1975'te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devletinin temelini oluşturdu.
1983'te ilan edilen KKTC işte bu tarihsel sürecin üstüne geldi. 
Kısacası Kıbrıslı Türkler devlet olmayı 1983 KKTC ilanı ile gerçekleştirmediler. Eğer olayı böyle ele alırsak, o zamanda bugüne gelmeyi sağlayan tüm tarihi birikimleri kazanımlar ve konumları reddederiz.
Maalesef bu süreklilik Kıbrıs Türklerinde ve Türkiye’de güncel siyasi ihtiyaçlar için hep reddedilir.
Örneğin siyasi ve ideolojik  güncel ihtiyaçlar için bir kesim Hala Sultanı, Abdülhamit'i kutsar ve Atatürk aşağılarken, karşıtları da Atatürk’ü kutsar ama Abdülhamit’i aşağılar. Hâlâ bunun kavgası yapılır.
İşte bu mantık ışığında ülkemizde  bir kesim, yukarıda bahsettiğim bu tarihsel süreci yok sayarak her şeyin 1983 KKTC ilanı ile oluştuğunu;  buna karşı olanlarda her şeyin, bu ilanla “ battoz”  olduğunu ileri sürer. 
Bu nedenle ne tarihten ders çıkartıp geleceği sağlıklı tartışabiliyoruz. Nede günümüz sorunlarının neden ve sebeplerini ele alabiliyoruz.
Bu yüzden tarihsel perspektiften uzaklaştığımız içinde günümüzün ağır sorunlarını katmerleştiriyoruz.
Örneğin, 20 Temmuz Barış Hareketi sonrası neden, BM ve uluslararası siyaset arenası, dünya, olayı işgal olarak ilan etmedi? Neden bu konu son 10 yılda dünya ve kendi siyasi toplumsal yaşantımız içinde daha fazla ifade edilir oldu?
Neden KTFD ilan edilirken BM, bu ilana karşı 1983 KKTC ilanında BM'nin aldığı 550 sayılı karar gibi ret eden, kınayan bir tavır ve karar almadı? Neden bu kararı 1983 KKTC ilanı ile aldı? Bu bize ve Türkiye'ye neler getirdi, neler götürdü? Ne elde ettik, neyi pekiştiremedik?
Soru: Sizce 35 yılda yapılması gerekenler nelerdi? Neden daha sağlıklı bir devlet yapısı oluşturulamadı?
Ferdi Sabit Soyer: Yukarıda diğer soruya verdiğim cevapta zaten hala ne yapılması gerektiği bellidir. Önce sağlıklı tartışma ve gerçekçi yapı. Çünkü her açıdan insanlar, bu gerçeklikle meseleyi ele almadığı için umudu kırıktır. KKTC ilanı ile tanınma ve demokratik ekonomik esenlik geleceğine inanan insanlar ve görüşler bunun gerçekleşmemesi nedeni ile umudunu kırdı. 
Aynı zamanda hala Kıbrıs sorununa Federal temelde bir çözüm gelmemesi nedeniyle bu görüşe karşı olan insanlarında umudu kırıldı. Yani sağ sol olarak değil, ama Kıbrıs Türk Toplumunun adadaki konumunu değişik acıdan devam ettirmek isteyen farklı projeleri olan tüm insanların umudu kırıktır. Bu yüzden pek çok şeye karşı küskün. Bu yüzdende her değere dönük olarak ta öfkeli ve soğuk duruş içindedir. 
Soru: KKTC’nin en önemli sorunları nelerdir?
Soyer: KKTC'nin en önemli sorunu bence insanlarının ortak toplumsal hedef paydasında bulunmamasıdır. Çok ilginçtir, 1974'ten 44 yıl sonra, 1983'ten 35 yıl sonra, hala bu topraklarda bir halk olamadık. 
Tüm çabalara karşın ister Güney Kıbrıs’tan, isterse de Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelerek Kuzeyde bu topraklarda yaşayan Kıbrıslı Türklerle, Kuzey Kıbrıs’ta buluşan insanlar, aynı dile ve dini inanca sahip olsa bile, hala ortak duygu temelinde, ortak beklentileri olan bir halk olamadık. 
Bu süre içinde yaratılan ve yaşanan her ortak güzel temel; maalesef siyasi ve ideolojik niyetlerle gelişemedi. Aksine, 44 ve 35 yıl sonra yeniden Türkiyeli - Kıbrıslı ve üstelik alt kimliklerle ve dini inançlar üzerinden de ciddi sarsıntı içine girme ihtimali var. 
Nasıl bir yönetim?
Soru :  Gelinen aşamada KKTC’nin güçlendirilerek devam etmesinden yana mısınız? Yoksa  “bu kadar yeter” deyip, Kıbrıs’ın birleşmesini m istersiniz?
Soyer: Gelinen aşamada KKTC'nin güçlenmesi ile adada siyasi eşitliğe dayalı Federal Çözüm arayışını hala birbirinin alternatifi olarak koymanın hiç de akılcıl ve sonuç getirici bir temel olduğuna inanmıyorum. Üretken ,  ekonomik ve sosyal adalet temelinde büyüyen ve bunu demokratik hukuk devleti ilkeleri zemininde gerçekleştiren Kuzey Kıbrıs’taki devlet ve toplum yönetimi; aynı zamanda Federal Temeldeki siyasi eşitlik içinde ortaklaşa Kıbrıs Rum Toplumu ile buluşmanın da etkin tetikleyicisidir. Federal temelde çözüm dinamiği de aynı zamanda KKTC’de hem ortak hedefleri olan Halk iddiasını pekiştirecek olan, hem de ekonomik gelişim ile sosyal adalete dayalı demokratik hukuk devleti ilkelerini besleyecek olandır. 
Yani bunlar birbirinin alternatifi değil daha iyiye gitmenin ortak tetikleyicisidirler. Yani barış ve demokrasi,  ekonomik gelişme ve adaletin yükseleceği esas temeldir. 
Bu yüzden ya o, ya bu değil. Esas olan bu dinamiklerin ortak potansiyel olmasıdır. Eğer halksak, eğer bu topraklarda var olmak iddiasında isek, ortak hayallere, hedeflere; ya o, ya bu demeden sahip olmamız gerekir. 

Yarın: Yüksel Tüccaroğlu

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner608

banner474